“Hayat çoğu zaman ‘Neden?’ sorumuza sağır, olup biteni bir mantığa oturtma çabamıza kayıtsızdır. Nedenleri görememenin yol açtığı keyfilik izlenimi, zihnimizi işlevsiz bırakıp bizi gafil avlar, güvenimizi sarsar, kaygılarımızı artırır. Oysa kurmaca, tekil bir yazarın zihinsel tasarımı olduğundan bizi düzenli, kavranabilir, rasyonel bir evrenle buluşturur. Bir romanın, bir filmin karşısında, hayatın ıskartaya çıkardığı anlama hünerimize kavuşuruz. Kurmacanın derli toplu zihni, bizimkine model olur. Öyleyse belki de kurmacalara yönelirken niyetim kafamı dağıtmak değildir de, gündelik hayatın darmadağın ettiği zihnimi toplamaktır. Neden-sonuç miyopisinden kaynaklanan yarın endişesinin pansumanıdır kurmacalar. Anlam veremediğim gündeliğin zihnimde açtığı yaralar, kurmaca karşısında tatlı tatlı kaşınarak iyileşir. Ertesi sabah yataktan kalkıp aynı keşmekeşin içine girebilecek gücü bulabiliyorsam, uzun günün sonunda beni şefkatle beklediğini bildiğim kurmacalar sayesindedir.”
Gerçek olmadıklarını, üstelik er ya da geç hikâyelerini unutacağımızı bildiğimiz halde filmlerden, romanlardan neden vazgeçemiyoruz? Karşıladıkları ihtiyaç tanımlanabilir mi? Kurmacalara neden muhtacız?
Beliz Güçbilmez kurmaca-gerçek ilişkisini, ilk bakışta göze çarpan benzerlikleriyle değil de benzerliğin bağrındaki farkla düşünmeyi öneriyor. Kurmaca evreninin kişisel deneyim arşivimize ve duygusal repertuvarımıza katkısını da ürettiği hakikati de ancak o farkı koruyarak tecrübe edebileceğimizi anlatıyor.
Anne Ben Düştüm mü? kurmacaların içinden hayata yönelttiği sorularla, mevcut koşullarda varoluşumuzu daha anlamlı kılmanın güvenli yollarını seriyor önümüze.
Yazar alt başlıkta belirtildiği üzere kurmacaların hayatımızda neden gerekli olduğunu felsefeden mitolojiye evrimden psikolojiye disiplinlerarası bir yaklaşımla, belli başlı asıl kaynaklara atıf yapmayı ihmal etmeyerek anlatmış. Bunu yaparken metafor kavramını merkeze almış. Sıkıştırılmış bir edebiyat tarihi/kurgunun evrim tarihi olarak da okunabilir kitap.
Kitabın benim için olumsuz yanlarına gelirsek; akademisyenlerin genel okur kitlesi için kitap yazamama rahatsızlığını burada da görüyoruz. Tekrarlar ve laf dolandırmalar oldukça sıkıcı. Yazar döne döne aynı cümleleri kurma nedenini metinde açıklamış ama okumayı zorlaştırıyor bu durum. Özellikle zamanın döngüsel algılanmaktan çıkıp doğrusal bir yöne kaydırıldığını açıklayan bölüm karışıktı. Kitapta dizin ve kaynakça olmaması çok büyük eksiklik.
İçerik söz konusu olduğunda yazara katılmadığım yerler var. Dehayı özellikle sanat alanında romantik, mistik bir safsata olarak kabul etmesi tartışmalı benim açımdan. "Birinin otobiyografisi kurmaca değildir." deyip dünya edebiyatını kasıp kavuran otokurmacayı dışlamış tamamen. Anlatının hafızayla kaçınılmaz bağından bahsedip otokurmacaya daha derin eğilmemesi hayal kırıklığı oldu açıkçası. Benzer doğrultuda yazarı ve eseri kesin çizgilerle ayırma eğilimi var diye anladım yazarda. Bu konuda o kadar kesin kanaatlere varmanın zor olduğunu düşünüyorum.
Her şeye rağmen okuduğum için mutlu olduğum ve herkese tavsiye edebileceğim kitaplardan. Lafı dolandırsa da Beliz Hanım derin fikirleri okura iletme konusunda başarılı. Yoğun bir kültürel birikimi olduğu belli. Böyle düşünmeye sevk eden, tartışma konusu sunan kitaplar yazmaya devam eder umarım.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın “tam senlik” demesi sonrası, pandemi döneminde online yapılmalarının avantajından da faydalanarak Beliz Hoca’nın “Tersine Mühendislik” atölyesinin tüm aşamalarına katılmıştım. Özellikle eve tıkıldığım, herhangi bir şey üretmenin anlamı olup olmayacağını sorgulamaya başladığım bir dönemde kafamı açtı, hem bildiğim hem bildiğimi sandığım şeylere farklı yerlerden baktırdı. Okumayı, yazmayı neden sevdiğimi ve onlara neden muhtaç olduğumu hatırlattı. Atölyelerin heyecanı ve keyfi başka, onu söyleyeyim ama benzer hisleri bu kitapta da vermiş. “Benziyor ama o değil” ama bir o kadar kıymetli.
kitapla ilgili bağıra bağıra söylemek isediğim şey: kesinlikle basılı kitabı okuyun, dinlemeyin! alt çizmelik, sonradan dönmelik, dipnotlardan araştırmalık o kadar çok ayrıntı var ki dinlerken sürekli 'kaçırıyor olduğum bir şeyler var kesin.' düşüncesinin işkencesini çektim.
kitap kurmacaların ortaya çıkışını, yapısını, amacını fevkalade bir sistematik ve kusursuz yapıda cümlelerle hikayelerin sözlü anlatıldığı zamanlardan başlayıp günümüze kadar olan evrimini anlatıyor. böyle iyi bir sistematik pek çok tanım, bilgi, düşünsel gelişimi getiriyor. kelimelerin farklı dillerdeki köklerinin açıklaması, edebiyatın ve tarihin tozlu sayfalarından birçok alıntı.. sürekli düşünür, karşılaştırır, yerine yerleştirmeye çalışır hâldeydim. 'yoğun' bir okuma diyebilirim gönül rahatlığıyla, bir o kadar zevkli.
beliz hanım kızmaz umarım, bir alıntı; "kurmaca yazarlığının bilgiyle, entelektüellikle bir ilgisi yoktur. kurmaca yazmak için entelektüel olmaya, herkesten çok bilmeye ve bildiklerimizi öğretmeye hazır olmaya gerek yok. hatta bana kalırsa böyle hissettiğimizde kesinlikle yazmayı kesmeli ya da hiç başlamamalıyız.............her kurmaca yazarından daha akıllı, daha bilge, daha öngörülüdür."
…Eğer karşılaşma gerçekleştiyse -ilgimiz bir sanat yapıtına yöneldiyse- "anlama" -her ne demekse- oluşur… "Anlamıyorum", "hiçbir şey anlamadım" dediğimiz o anları düşünün. Biri bize "ne anladın" diye sormuştur… bunun sorulacağından endişe etmişizdir ya da... Bu endişeden kurtulabildiğimizde anlamak da, anlam da hep oradadır. Sanattan zevk almak için esasen rehberlere, aracılara, eleştirmenlere, hocalara, atölyelere ihtiyacımız yoktur. Sanat ille de hakkında konuşmak zorunda olduğumuz bir şey de değildir. Bir sanat yapıtının bize ne yaptığını parıltılı cümlerle ifade edemedigimizde de onunla kurduğumuz ilişki oradadır. Tıpkı Aziz Augustine in "Zaman nedir?" sorusuna verdiği yanıt gibi:
3.5/5 sesli kitap olarak dinledim. kitabın duygulanım, bellek ve kurmacayla ilişkilenme biçimlerimize dair kısımlarını çok sevdim, kurmacanın daha "teknik" yönlerinin anlatıldığı kısımlarda ise biraz sıkıldım, alıntı miktarından yoruldum, belki de oldu bitti iyi bir klasik okuru olmadığım için böyle hissettim. kitaba ismini veren bölüm harikaydı. kurmacayla ilişkim, beni dönüştürdüğü kişi ve kurmacalara kendi bağlamımda neden muhtaç olduğum üzerine bolca düşünmeme sebep oldu.
Korona döneminde kendisinin Okur Yazarlık Atölyesi’ne katıldığım Beliz Hanım’ın bu atölyede anlattıklarını içeren harika bir kitaptı. Beliz Hanım’ın kurmacalar ile olan ilişkimizi sade ve akıcı bir şekilde anlattığı bu kitabını herkese öneririm.
“O her kuşağa yepyeni acılar vaat ve icat eden hayata katlanabildiysek, içinden delirmeden geçebildiysek kurmacalar sayesinde. Bir kez daha yazalım öyleyse: Delirmemek için kurmacalara muhtacız.”
Kurmaca evreninin tüm detaylarını parçalara ayırıp okuyucuya tane tane anlatan, bunları da kişisel deneyimimize ve duygusal arşivimize nasıl eklediğimizi detaylandıran kıymetli bir metin Anne Ben Düştüm Mü? Metnin değerini kelimelerime nasıl yansıtacağımı bilemesem de şunu belirtmek isterim ki; edebi metinler üzerine yazılan ve benim okuduğum en iyi kurgu dışı kitaplardan biri kendisi. Şahane!
Kurmacalara neden muhtacız? Okuduğumuz sayfalarca metinlerin büyük bir kısmını unutup, metinlere dair aklımızda yalnızca birkaç detay biraz da his kalırken neden okumaya veya izlemeye devam ediyoruz? Üstelik bunların gerçek olmadığını da biliyoruz. Yirmi dokuz harfin boş sayfalarda yan yana gelip şekilden şekile girerek kurduğu hikayenin içine nasıl dalıp bir de bundan böylesine etkilenebiliyoruz?
Hayatın içinden sorular ve cevaplarla bir okurun kafasında kurduğu veya kurabileceği tüm sorulara cevap veriyor kitap. Okuduğumuz edebi metinleri veya izlediklerimizi önce parçalarına ayırıyor tek tek. Kurmacaların temelini, yapı taşlarını sunuyor okuyucuya. Sonra da toparlıyor hepsini. Biraz da kişisel deneyimlerini ekliyor, sanata da değiniyor bu sırada. Çok yönlü, anlattıkça anlatıyor Beliz Hanım. Ama kitabın içinde tek bir gereksiz cümleye bile yer vermiyor.
Bayıldım. Çok sevdim. Bir kere okumayla rafa kalkmaz. Ara ara tekrar edilecek benim için. Edebi metinler üzerine kaleme alınan kurgu dışı kitapları seven okuyucular mutlaka kitaba bakmalılar.
Kurmaca üzerine düşünen, çalışan herkes yani hem okur hem yazarlar için şahane bir kitap. Dallanıp budaklanacak konuları başı sonu belli bir biçimde ve bir akademisyenden beklenmeyecek kadar akıcı bir dille anlatması takdire şayan. Bu kadar kolay okunan kurgu dışı bir kitapla karşılaşmak bayağı zor, tavsiye ederim.
“Demek Beliz Güçbilmez’in kitabında neler yazdığı, kitabın nasıl olduğunu merak ediyorsun.” dedi şaman. Asasına yaslanmış ateşe bakıyordu. Hiç acelesi yoktu.
“Ne bekliyorsun? ”Evet evet, bu kitap tam sana göre” ya da “Boşver, zahmet etme” mi diyeyim? Vakit mi kazanacaksın? Kazandığın o vakitle ne yapacaksın?” diye sordu. Kadına bakmıyordu. Sesinde belli belirsiz bir alay vardı.
“Cevabım hayır.” dedi şaman.
Asasıyla beraber dimdik duruyordu. Hayır kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi. Kadının gözbebeklerinin içinden ta ruhuna bakıyor, düşüncelerini görüyordu sanki. Kadın, şamanın gücünden korktuğunu hissetti, rahatsız oldu. “Ne yapacaksın? İşte burada, ateşin başında, zihnimdeki bütün bilgilerle, sana hiçbir şey vaat etmeden duruyorum. Sana neden zaman kazandırayım?” dedi çömelip kadının yüzüne doğru eğilerek. Kadın şamanın teninin ısısını hissetti. Saçlarının kokusunu duydu. Garip şekilde biraz rahatladı.
“Bu durumda çok bulundum. Senin gibiler hep gelir yorumlara. Söyleyeceğin veya bana sunabileceğin hiçbir şey cevabımı değiştirmeyecek. Armudu pişirip ağzına düşürmeyeceğim.”dedi şaman ayağa kalkıp ateşe doğru yürürken.
“İşler değişti, değil mi? Cevabı hemen alamayacağını anladın. İşin kötüsü, belki de kendi cevabını bulman gerektiğini fark ettin.” Ateşe bir avuç toz attı. Aniden yemyeşil alevler yükseldi.
“Ama belki de mesele bu. Kitapları, hikâyeleri, okuduğumuz bütün kurmacaları zaten unutacağız. Bu kitabı da unutacaksın. Okusan da unutacaksın. Zaman tengrisi zihnindeki kitabı presleyip bir tuğlaya dönüştürecek. Sen bu tuğlayı zihninin duvarlarını inşa etmek için kullanacaksın, sonra duvara baktığında o tuğlayı göremeyeceksin, tuğlayı diğer tuğlalardan seçemeyeceksin. Peki, madem unutacaksın, neden okuyasın?” diye sordu Şaman. Kadına baktı. Kadın cevap vermekle vermemek arasında tereddüt etti.
“Bunun cevabını bilmiyorsan, belki de kitabı okuman gerekiyordur.” deyip kitabı kadının önüne fırlattı.
Kadın kitabı aldı, kafasını kaldırıp bir şeyler söylemeye hazırlanırken etrafında kimsenin olmadığını gördü. Şaman gerçek miydi? Biraz önce olanlar gerçekten olmuş muydu? Yerde kendi ayak izlerinin altında belli belirsiz başka ayak izleri görür gibi oldu ama emin olamadı. Kurmacalar gerçek miydi? Gerçek neydi?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ekolünden Türk yazını için önemli bir isim Prof. Beliz Güçbilmez. Özellikle tiyatro teorisi üzerine yeni kavramlar geliştirmiş, son olarak da kendi geliştirdiği bir kurmaca okuma/yazma metodu olan manyetik alan metodu ile öne çıkmış bir hoca. İlk atölyelerine benim de katılma şansım oldu, entelektüel olarak son derece önde ve doyurucu olduğunu söyleyebilirim. "Anne Ben Düştüm Mü?" isimli incelemesi de atölyelerde değindiği bazı kavramları detaylandırmakla birlikte aslında daha önemli olan ve tam olarak kitabın alt başlığında geçtiği gibi, "Kurmacalara Neden Muhtacız?" ve "Kurmaca-Gerçek İlişkisi" sorularına/konularına cevap arayan bir uzun deneme. Özellikle Antik Yunan tragedyasının kökleri, Aristo'nun açıkladığı ve Platon'un eleştirdiği anlamda poetika ve daha büyük kapsamda kurmaca, doğrusal/çembersel zaman diyalektiği olarak sıralayabileceğim başlıklarda perspektifinizi genişletmenizi sağlayan bir eser. Bu eser özelinde şunu önerebilirim, tabii ki edinin ve okuyun, ancak imkânınız varsa bir de Storytel'den dinleyin, zira kitabı başarıyla seslendiren kişi de yazarından başkası değil; Beliz Hoca'nın bir dersine katılmış gibi olursunuz. Dili akıcı, olması gerektiği kadar da ağdalı; kelimelerin köklerine meraklı, dipnotlardan taşan bilgilerle, alıntılarla bezeli çok dolu bir kitap. Yaratıcı yazarlık, edebiyat teorisi meraklıları kesinlikle okumalı, öneririm.
“Öyle şeyler mi yazmış bu? Öyleli şeyler mi yazmış? Ne güzel şeyler miymiş bunlar?”
Bu kitabı okumaktaki muradım son zamanlarda kafamı kurcalayan “gerçeklik-kurmaca ilişkisi”ne göz kırpan ismiydi. Hatta kitapta isminin sevimli bir hikayesi de var. Ancak ben o hikayeden çok ne yalan söyleyeyim tasarımıyla ilgilendim ve görür görmez zihnime üşüşenler tuhaftı. “anne Ben DÜŞTÜm mÜ?” Harflerin kimi büyük kimi küçük, hatta M yatık. Elimi kapattığım bazı kısımlarla ortaya çıkan şeyler, “ben düştüm mü?”, “anne düştü mü?”, “anne düştü”, “anne ben düştüm”, “düştüm mü?”, “anne”, “ben”, dilin hem bir ifade aracı hem de güçlü bir düşünce aracı olduğunun kanıtı gibi.
Beliz Hoca akademik geçmişinden beklenmeyecek bir üslupla karşısında bir muhatap varmış gibi duru bir Türkçe’yle "konuşarak" yazmış. Kurmacayı hemen her donanımdan insanın okuduğu düşünülürse tarzını hedef kitlesiyle uyumlu buldum. Bunca yıllık birikiminden damıttıklarını “kurmacanın zihni, belleği ve hakikati” isimli üç ana başlıkta toplamış. Tüm denemeleri merakla ve keyifle okudum. İçeriği zarif bir karabiber ağacı gibiydi. Alıntı yapmak kendisinin de belirttiği gibi o alıntıyı metnin bağlamından koparmak demek olmasa buraya ne paragraflar düzerdim. Bunu yapmak yerine atölyelerine ön saflardan yer kapmaya gidiyorum. Bays!
“Mm Nasıl anlatsam Nereden başlasam”
Beliz Hoca aslında Amerika’yı yeniden keşfetmiyor, yüzyıllardır sorulan pek çok basit soruyu tekrar soruyor. Esasında sır basitlikte gizli. Ancak bu basitlik soruların merak uyandırmadıkları anlamına gelmiyor. Kurmaca nedir? Neden karnımızı doyurmayan bu kurmacalara çekilip dururuz? Kurmacayla gerçeğin ilişkisi nedir, tarifi mümkün müdür? Gündelik hayatın içinde hakikat nerededir? Sezgi öğrenilebilir mi? Sanattan zevk almak için ille de bir rehberimiz olmalı mı ya da ille de anladığımızı anlatmamız gerekir mi? Bu romantiklerin ilham sevdası da nereden geliyor? Kitap karakterlerinin yazarlarıyla özdeşlik kurularak değerlendirmesinin olası sonuçları nelerdir? Benim Hüzünlü Orospularım’da Marquez ne yapmak, nereye varmak istemiştir? Anlarken de anlatırken de insan zihni bir şeyi başka bir şeye benzetmeye yani metafora teşneyse kurmacaları yazarken başka bir yola başvurmaya gerek var mıdır? Bellek, metot, metafor, zihin nedir? Metaforun kurmacayla ilişkisi nedir? Buraya bir yan 8. Tüm bu ve benzer sorulara açık ve anlaşılır cevapları, bazı etik tartışmalara getirdiği cesur yaklaşımları okumak her türlü tekrarına rağmen oldukça doyurucuydu.
Tüm kitabı buraya dökemem. İlgimi çeken üç noktayı bırakıyorum.
Öncelikle kurmaca tarifleri oldukça düşündürücüydü. Mealen, kurmaca, malzemesi gerçekse bile kalıba dökülür, şekillendirilir, yoğurulur ve gerçek değildir, yapaylığı bir tasarlayanın olmasından gelir, dolayısıyla zihinde yaratılmış demektir, hayat gibi kendiliğinden değildir, tam da hayatla karıştırılmaması için gerçeklikten ayrıştırdığımız bir dinamiktir. Kurmacalar hayatımızda varlardır. Çünkü, “Kurmaca, girip güç toplayabileceğimiz sığınak gibidir. Sokulduğumuzda bize güven verir… Bizi çevreleyen gündelik de, içinde akıp gittiğimiz hayat da karşımıza hiçbir zaman bir kurmacanın bütünlüğüyle, yoğunluğuyla çıkmaz. Daha dolambaçsız bir ifadeyle söylemek gerekirse, hayat karşımıza çıkmaz. Ona karşıdan bakacak bir pozisyon yoktur; hep içindeyizdir ya da iç içeyizdir. Gündelik hayatın içinden geçerken ya da çevremizde olup bitenler etrafımızda akıp giderken izlenimler uçucu, bize sunduğu bilgiler dağınık ve düzensizdir. Bu nedenle empati gibi yoğunlaşma gerektiren bir bağ ancak kurmacanın, bütünlüğü bir bakışta kavranabilen evreni sayesinde kurulabilir… Kurmaca, tekil bir yazarın zihinsel tasarımı olduğundan bizi düzenli, kavranabilir, rasyonel bir evrenle buluşturur. Bir romanın, bir filmin karşısında, hayatın ıskartaya çıkardığı anlama hünerimize kavuşuruz. Kurmacanın derli toplu zihni, bizimkine model olur. Öyleyse belki de kurmacalara yönelirken niyetimiz kafamızı dağıtmak değildir de gündelik hayatın darmadağın ettiği zihnimizi toplamaktır.”
Kurmacanın iki temel aracı; biri bir şeyi başka bir şeye benzetmek yani metafor, diğeri ise anlatının hafızayla kaçınılmaz bağı. Hoca bir metafor olarak palimpsesti örnek verir. Peki palimpsest nedir? İnsanlar henüz kâğıt üretilmezken yazmak için parşömenlerin üzerine kazı yaparlardı. Parşömen, hayvan derisinden elde edilir, pahalı olduğu için sürekli bulunmazdı. Bu nedenle bir kere kullanıldıktan sonra atılmazdı. Bir yazı yazılması gerektiğinde eski yazı zımparalanır ve yeni metin onun üstüne yazılırdı. Örneğin, Meşhur Arşimet Palimpsesti’nde en üst katmanda dualar yazarken, bir alt katmanında Arşimet’in elyazmaları, biraz daha aşağı inildiğindeyse Aristoteles’in bir metni var. Gelelim bu kavramın bellekle ve dolayısıyla kurmacayla olan ilişkisine, bellek palimpsest gibidir. “Unuturken bıraktıklarımızla hatırlarken çağırdıklarımız arasında hep fark olacaktır ve bellek çağırdıklarımız kadar bıraktıklarımızı da içerir.” Palimpsestin en önemli özelliği aslında katmanlı olmasıdır, tamamen ortadan kalkmayan alttaki metnin varlığını hep sürdürmesidir. Kurmaca da belleğinde katmanlar, metaforlar barındırır, bir metinler katmanıdır. Dolayısıyla hiçbir şey tamamen yeni değildir. Nihayetinde “Konuşan kişi Adem değilse alıntı yapar.” Orijinalite takıntısını bırakıp, “Metaforu takip edin. Verimli metafor tarlaları olarak kurmacalardan gözünüzü ayırmayın.” diyor.
27.09 atölye ertesi editi: Pek bir şahaneydi. Atölyeye katılır, sonra da cila niyetine bu kitabı okursanız Hoca'nın yarattığı Manyetik Alan Metodu'na giriş yapabilirsiniz. Tek başına bu kitabı okumak bile pekala zihin açıcı, o ayrı.
yazarın kurmaca üzerine pandemiden bu yana verdiği atölyelerinde anlattıklarını derlediği bir deneme. esasen cevaplamak istediği soru itibariyle (kurmacalara neden muhtacız?) anlatının ‘nasıl kurulduğuna’ eğiliyor. ancak bunu yaparken kitapta sıklıkla olay akışının ilginçliğine, merak uyandırmasına vurgu yapmış. ister istemez nitelikli edebiyat bu demek ki düşüncesini uyandırıyor insanda, ya da deneme yazarının böyle düşündüğünü düşünüyoruz. edebiyatta tadı anlatılan şey kadar, belki daha da fazla, o şeyin nasıl anlatıldığından aldığımızı düşünüyorum. güçbilmez biçemi bu kompozisyonun bir parçası yapmamış. ama onun ele aldığı yerden sorusunun cevabı tutarlı ve tatmin edici bir model olarak böyle de kurulabilir elbette. gerçek bir yanından sınırlı bir şekilde ele alınıyor. ki bence, sınırın nerede olduğunu görüp bildikçe bunda hiçbir problem yok.
Yıllar önce katıldığım atölyesinde Beliz Hoca’nın rehberliğinde edindiğim bilgileri, bu kez onun sesiyle, daha derli toplu bir şekilde yeniden duymak hayli keyifliydi — adeta eski bir dostla yeniden karşılaşmak gibi.
Kurmacalar ne işe yarar, nasıl kurulur ve biz onları nasıl okumalıyız, gibi sorulara eğiliyor kitap. Cevapları yalnızca teoride bırakmıyor, zihni harekete geçiren örneklerle zenginleştiriyor. Bir yandan yazma niyetlisi için pusula, bir yandan okuma sevdalısına büyüteç.
İlham verici olduğu kadar, önerdiği kaynaklarla cüzdanı da epeyce incelten bir eser. Yani kitap sadece zihnime değil, kredi kartı ekstreme de dokundu. Ama değdi mi? Sonuna kadar.
Edebiyatı daha derinden kavramak, metinle göz göze değil gönül gönüle gelmek isteyen herkese tavsiyemdir.
İnsan fizyolojisine ve nütrisyonel beslenme konularına takık biri olarak, kitapta geçen şu benzetme “hatıra”nın ne demek olduğu konusunda - benim için - bugüne dek duyduğum en akla yatkın betimleme oldu. Bu benzetme, benim için, bir o kadar da sempatik :)
“Biraz münasebetsiz bir benzetme olacak ama, bir biyolojik sistemin bir ucundan giren besinin, öbür uçtan çıkarılarak geride bırakılmasının “hatıra" diye tarif edilebileceğini düşünüyorum. Yaşanan an ve ânın anısı, içimize giren, bizi besleyen gündeliğin ağzımızda bıraktığı tatla, ardımızda bıraktığımızın birbirine benzemediği kadar benzemezdir.”
Uzun zamandır bu kadar iyi bir deneme kitabı okumamıştım. Beliz Hoca’nın atölyelerinin neden bu kadar çok sevildiğini çok iyi anladım. Düşünceyi bu berraklıkta yazıya dökebilmesine hayran kaldım. Kitabın isminin hikayesi bile öyle güzel ki…
Uzun zamandır bu kadar ufuk açıcı bir eserle karşılaşmamıştım. Yeri geldi gözlerim doldu, yeri geldi çok eğlendim. Sadece alanla ilgilenenlere değil herkese katacağı şeyler olan bir kitap. Kesinlikle öneriyorum.
İlla ki roman olmasına gerek yok, "yazmak"la ilgilenen herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm pek doyurucu kitap. Yazarın bilgi, tecrübe ve anlatım becerileri her satırda kendini belli ediyor.
“Belki de kurmacalara yönelirken niyetim kafamı dağıtmak değildir de, gündelik hayatın darmadağın ettiği zihnimi toplamaktır.”
Nefis bir metin okudum. Kurmacaların hayatımdaki etkisini elle tutulur hale getirdi Beliz Güçbilmez. Neden böylesine sevdiğimi, beni nasıl iyileştirdiklerini anladım. Zihnimi de kalbimi de genişleten bir okumaydı. Böyle olunca o kadar iyi hissediyor ve minnet duyuyorum ki, iyi ki yazıyor bazı insanlar demekten başka bir şey geçmiyor aklımdan❣️
İlk sayfalarda şöyle diyor Güçbilmez; “Bu kitaba denk gelenler son sayfadan çıkarken doymuş ama iştahları da açılmış, ‘öğrenmiş’ ama bu kitapta içerilememiş, hatta tahayyül bile edilememiş fazlasını da merak etmiş olsunlar, öyle vedalaşalım istiyorum. Benim için iyi bilginin ölçüsü bu; şişkinlik yaratmadan doyurması ve daha fazlası için yer açması, istek yaratması.” Ve tam olarak bu hislerle kapatıyorum kitabın kapağını✨ Yolunuz hala kesişmediyse listenize mutlaka alın, pişman olmayacağınıza eminim.