Değil hakikati, hayallerini, rüyalarını bile anlatmaya korkuyorsun. Çünkü sustuğun, kilitler altında saklanıp görünmez olduğun sürece güvendesin sanıyorsun. Oysa ancak anlatarak ve yasını tutarak kurtulabilirsin içinde yıllanmış acıdan. Başka türlü ıslah olmaz kalbinde harelenmiş o uğursuz gam.
Bırak, bir bir dökülsün gizlice kendini izlediğin aynaların sırları. Bırak, kendi sırrında parçalansın cam, tarumar olsun dünün bütün doğruları. Aksın zehir, temizlensin kan, bulsun yolunu zaman.
Bu demde sadece gerçeğin yolcususun. Hem gücün de yok sanma bu tekinsiz yolu adımlamaya. Unutma, sen sustuğun için böyle yorgunsun.
Şimdi akrebi ve yelkovanı, kalbini kırdıkları yerde uyut, evvelce verilmiş insafsız sözleri unut ve öyle bir çığlık at ki, bütün sessizlik yeminleri o an bozulsun. Bırak, artık her şey konuşulsun...
Kaybolan kocasını bulmak üzere İstanbul’a gelen Pilar, yabancı bir şehirde, tanımadığı insanların arasında onun izini sürmeye başlar. Ancak kocası Eyüp’ün ardında bıraktığı rüya defterindeki işaretler, zamanla Pilar’ı kâbusla gerçeğin birbirine karıştığı bambaşka bir hikâyenin içine taşır. Artık gizli kalmış ne varsa, hepsinin ortaya dökülmesinin zamanıdır.
Nermin Yıldırım’dan rüyalar, gerçekler, sırlar ve suskun kalmışlar üzerine sarsıcı bir roman...
Nermin Yıldırım, Türk edebiyatçı, yazar. 2002 yılında Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın Yayın Bölümü’nden mezun oldu. Üniversite yıllarında Alem-i Nisvan adlı feminist bir fanzin çıkardı. Mezun olduktan sonra çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalıştı, reklam ajanslarında metin yazarlığı yaptı.
Manchester Letters, Tramline Project gibi uluslararası edebiyat projelerine katılarak, çeşitli ülkelerin yazarlarıyla ortak çalışmalar yaptı. Köln Kültür Dairesi’nin davet ettiği ilk Türk yazar olarak, 2013 kışını dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıların ağırlandığı program kapsamında Köln'de geçirdi. Romanları yabancı dillere çevrilen ve pek çok uluslararası edebiyat festivaline konuk olan Yıldırım, Barselona ve İstanbul’da yaşıyor. Aralık 2013’ten bu yana Ot Dergi’de Dış Hatlar adlı köşesinde öyküler yazıyor. Nermin Yıldırım, Türkiye PEN üyesidir.
Genelde yeni türk yazarlarına biraz şüpheyle yaklaşırım hayal kırıklığına uğrayacağıma inanarak. Nermin Yıldırım kendi kültürü için kesinlikle mutlaka en sevilenlerden olabilir.Konuyu bu kadar uzatan drama sıkıca sarılan , halkının seveceği ifadeleri gayet güzel kullanan. Beğendiğim bir çok yeri olmasına rağmen benim için doyurucu değil, bilhassa hadi ama sadede gel anlattıkların ilginç dahi olsa da konuyu bu kadar genişletmenin hem gereksiz hemde ne kadar sıkıcı olduğunun farkında değil misin tarzında düşünsemde kendi toplumsal kültürünü iyi tanıyan bir yazar olduğunu gözlemledim halkının ne seveceğini biliyor kesinlikle.Genel anlamda yani.Tarzım değil değil kesinlikle, Ağır çekimdeymiş gibi olan kitaplar beni fena halde sıkıyor açıkcası konu anlatıcı ne kadar iyi olsa dahi.Gerçekten konu da güzel anlatıcının kullandığı terimler cümleler de güzel ama benim tarzım bir anlatım değil kesinlikle.
Yazarın kronolojik olarak 2.eseri ve ilk kitabı da çok sevip başarılı bulmamın yanında, yine burada da kalemini konuşturmuş. Daha ilk sayfalardan bir merak tohumunu atıyor içimize. Kitabı sürekli “Eyüp nerede? Eyüp’e ne oldu?” soruları içinde okuyorsunuz. Yine edebiyat, siyaset, güncel olayların o leziz harmanıyla, güzel bir yolculuk oldu. Hiç hiç beklemediğim, yine vurucu bir aile travması işlenmişti. Uzun süre üçlü koltuk gördüğünüzde tüyleriniz ürperebilir. Ne? Yoksa Nermin Yıldırım’la henüz tanışmadınız mı? Bence çok geç kalmayın💜
nermin yildirimin bir sihri var. uslubu sihri tabii ki ama asil fark yaratan cok gercekci karakterler ve hayatin icinden, cok bizden ve bize dair olaylar kurgulamasi. ruyalar anlatilmaz’a da yine ayni sihrini katmis. olaylar muthis tempoyla baslayip ayni sekilde hic durmayan azalmayan aksine artan bir tempoyla ilerliyor.
pilar kendisine haber vermeden barselonayi ve kendisini terkeden kocasi eyup’u aramak icin istanbula gelir ve eyup’un daha once hic tanismadigi ailesinden yardim isteyerek onu bulmaya calisir. bu esnada eyup’un uyku sorunlari yasamasi ve ruyalarini hatirlayamamasi sebebiyle gittigi psikologunun tavsiyesiyle tuttugu ruya gunlugunu bulur ve bir yandan kocasinin izini diger yandan da gunlugu araciligiyla kocasini huzursuz eden seylerin izini surer. surdugu iz hic tahmin edemeyecegi sirlarin, konusmazlarsa yasanmamis sayilacagina inanmak istedikleri gecmislerinin kapisini aralar.
bir cok yerin satir satir altini cizdim.tuylerim diken diken bogazim dugum dugum okudum. ve nihayetinde romani en iyi ozetleyen cumle arka kapak yazisinda da yer alan su satirlar bence: ”ama sohbette lal, sevgide cekingen, itirafta kusur kaldilar.” turk aile yapisina iliskin muazzam bir tespit bence. ne yazik ki ne konusabilmeyi, ne sevmeyi, ne sevdigini veya baskaca duygularini dusuncelerini yasadiklarini itiraf edebilmeyi basarabilmis ailelerin cogunlugu olusturdugu bir ulkede yasiyoruz. yillarca hepimize daha bebekken ogretildi susmak. ayip diye konusmamayi, ‘hafif’ mi gorunuruz diye sevdigimizi soylememeyi, elalem ne der diye acilarimizi icimize kusmayi ogreten aileler ve sonucunda buyudugunde dahi icindeki bastirilmisliklari susturulmusluklari asamayan yetiskinler. nermin yildirim bu kitapta aile ve cocukluk uzerine ozellikle degindigi icin belki de bi parca nihan kaya’yi animsatti. hos, bu iki kadini da okumaya bayildigim icin sorun yok. yani sozun ozu, nermin yildirim bir kez daha yaniltmadi. “olulerle konusmaya calismanin dirilere bir faydasi yok. onlar kendilerini arayan sozcukleri sahiplenmeye yanasmiyirlar. ne soyleyecekse, yasayanlara soylemeli insan. vakit varken soylemeli.”
Klasik Nermin Yıldırım tarzında yazılmış bir roman daha. Ağdalı bir dil, üzerinde çok uğraşıldığı, çok fazla düşünüldüğü belli cümleler ve fikirler. Bu fikirlerden türetilen başka başka yan fikirler, yer yer uzun uzun etrafında dolaşılan konular..
Yazarın bu yukarıda bahsettiğim yazım ve düşünce tarzı hoşuma gidiyor. Ben bu romanı yazıyor olsaydım acaba bu aklıma gelir miydi, yok kesin gelmezdi, nereden gelecek diyorum sonra. Bu tarz da romanlarına illa ki zenginlik katıyor. Verdiği sürüyle ince detaylar olayların ve karakterlerin gerçekliğini artırıyor. Takibe devam edeceğim kendisini.
Okuduklarim icinde en sevdigim Nermin Yildirim romani oldu. Karakterler oyle ince islenmis, hikaye oyle guzel kurgulanmis, yazar yabanci bir karakteri hikayenin orta yerine oyle guzel yerlestirmis ki. Sonlara dogru hep gozum doldu. Cok etkilendim. Karakterlerin hepsini, yaralari, sirlari, zayifliklariyla cok sevdim.
Kitabin konusundan bagimsiz, yazarin hem daha once yazdigi bir kitaba yaptigi ince gondermeye, hem de kurk mantolu madonna'ya yaptigi gondermeye ayrica bayildim. "Simdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman cagirirsan gelirim."
kitabın anlatım dilini sevdim. aynı anıları yaşayan kişilerin hafızasında olayların nasıl farklı yer ettiğine tanık olmak güzeldi. betimlemeler kuvvetliydi, gördüm, kokladım, işittim kitabın içindeyken. kitap hep bir merak uyandırıyor, sıkılmadan okunuyor.
öncelikle ilk sorun anlatım dilindeydi bana kalırsa. farklı anlatıcıların gözünden dinlediğimiz iç sesleri, dış sesleri farklı kişiler anlatıyor gibi değildi. sanki anlatıcı hep aynı kişiydi. zira bir çocuğun kullanacağı kelimeler sanki halasının ağzından çıkıyor gibi geliyordu. yahut türkçe’yi sonradan öğrenen birisi yalnızca “tezcanlı” kelimesini anımsarken zorlandı kitap boyunca, sonradan ve yalnızca 1 yıllık eğitimle üstelik sürekli kullanılmayan dilin böylesi kullanımı sakil duruyor. 8-9 farklı anlatıcı vardı kitapta, olayları sürekli farklı kişilerden dinledik, olayları gören göz farklıydı ama üslup hep aynıydı.
ayrıca kurguda büyük boşluklar olduğunu düşünüyorum. kurgudaki boşluklar fark edilmiş de satır arasında açıklanıyormuş izlenimi veriyor. örneğin rüyaların not edildiği, yazan kişinin kendisi için not aldığı bir defterin içinde muazzam bir anlatımla doktorla arasında geçen diyaloglar çok manasız geldi. defteri yazan kişi sanki karısı (ve biz) olan biteni anlayalım diye yazmış, kendisi için sanmıyorum ki kimse böyle not tutsun. bu defterin türkçe yazılması ve üslubunun abaürdlüğü okuyucuya satır aralarında açıklanıyor ama bunu hissetmek de lezzetsiz. (abla defteri okurken kardeşinin tam da böyle biri olduğunu ve yazım dilinin onu ifade ettiğini söylüyor vs)
bu kadar travmatik bir olayı kişiler dış seslerinde dillendirmeseler de biz iç konuşmalarını da dinliyoruz, nasıl oluyor da hiç iç hesaplaşmalarında bahsi geçmiyor. okuyucuyu şaşırtmak için bu olaylar öncesinde hiç yaşanmamış gibi anlatıcıların iç sesinde de duyulmuyor diye düşünüyorum.
ablanın bir solukta okuduğu rüya defteri (demek ki o kadar kısa) kocasının nerede olduğunu bulmak için ülke değiştirecek kadar gözükara eşinin elinde nasıl oluyor da bu kadar sünüyor. yazar yine bu sorunun sorulacağını öngörmüş gibi açıklıyor ama hem bunun bir açıklama olduğu çok göze batıyor hem de açıklama tatmin etmiyor.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Nermin Yıldırım tüm roman kahramanlarının gözünden teker teker bölümler yazmış. Arada da Eyüp'ün rüya defterinden parçalar okuyoruz. Herkesin birbirini ne kadar yanlış anladığını, birbirinin yaralarını farkında bile olmaksızın nasıl kanattıklarını çok iyi anlatmış.
Roman, kocası Eyüp'ün kayboluşu üzerine, Türkiye'ye kocasını aramaya giden İspanyol gelin Pilar ile başlıyor. Böylece Eyüp'ün neredeyse hiç konuşmadığı aile bireyleriyle tek tek tanışıyoruz. Pilar Eyüp'ü ararken, aslında ailenin de yıllardır üzerine yuva inşa etmeye çalıştıkları bir sırrı, bir acıyı ortaya çıkartıyor.
Eyüp'ün ablası Müesser ile ağabeyi Veysel çok iyi anlatılmış karakterlerdi. Tüm karakterler iyiydi. Bana en hitap etmeyen Pilar'ın kendisi olabilir.
Sürprizleri eksik olmayan, ama sürpriz yapmış olmak için zorlama sürpriz yapmayan, acıyı anlatan ama ajitasyon yapmayan, çok iyi yazılmış, çok empatik bir roman.
Aslında 2,5 yıldız. Zaman zaman çok sıkıldım. Kitabın iki yan karakterinin hiç gerekmediği halde adlarına bölüm ayrılarak ayrıntılı anlatımları, aynı anlamı ihtiva eden cümleler, bu toplumda yaşayan herkesin bildiği bazı ritüellerin uzuuun uzun anlatılması...Kitap en az 100 sayfa daha kısa olabilir ve hikayede bundan katiyen kötü etkilenmezmiş. Bu ülkenin en yakıcı sorunlarından birini temel alıp üzerine başka bir felaket koyup sayfalarca yazılan ama okuyucunun, bu kitaptan bana ne kaldı, sorusuna cevap veremeyen kitapları kimselere tavsiye edemiyorum.
Beğendim. Anlatımı güzel, sürükleyici. Sürprizlerle dolu. Tabii ki bir iki bence olmasa daha iyi olurdu diyeceğim paragraf var ama bunlar 5 yıldız vermemi etkileyecek düzeyde değil.
Mély, lélektani regény teli súlyos gondolatokkal. Nálam is mélyre ment addig, míg nagyjából átlagos családi történésekről, viszonyokról szólt - szinte minden szereplőben felismerni véltem saját magam, viselkedésem apró részleteit, de nem számítottam rá, hogy később ennyire kemény és sötét sztori kerekedik belőle. Azt pedig sajnáltam, hogy a vége aránytalanul hirtelen és didaktikus lett. De azért ajánlanám, jófajta regény.
"Öylesine huzursuzdu ki hiçbir şey aklını çelip gönlünü oyalamaya yetmiyordu. Birini arayıp beklemek, onun varlığından başka her şeye kapatıyordu insanı. Beklenenin sesinden başkasına sağır, arananın suretinden ötesine kör ediyordu. Beklenen bekleyene ne denli yakın olursa olsun, zamanla üçüncü tekil şahsa, uzaklaştıkça daha beter saplanılan bir bataklığa dönüşüyordu. Derken, varsa yoksa o oluyordu. Varsa o, yoksa hiç kimse!"
"..neticede manasız şeylere para harcamayı yaşam kalitesini arttırmak sayan orta sınıf tiplerden biriyim işte."
"Bu tür yalanlara inanmak herkese iyi gelir, üstüne bir de son derece akıllıcadır. İçinde bulunduğumuz durumu yüceltmek suretiyle, sıkıcı hayatlarımızın katlanılır olduğuna inanmamız, bizi kati intiharlardan uzak tutmak için olmadık oyunlar geliştiren aklımızın icat ettiği zekice bir çözüm değil midir zaten?"
"Başına gelen fenalığı içinde saklı tutarsa, hiç olmamış gibi hissetmeyi başarabileceğini sanırdı insan."
"Demek insanın sevdiklerine gücenmesi, beklentinin yoğunluğuyla pek de ilgili değildi. Belki de keder sadece, sevmenin yan etkisiydi."
"..ama sosyalleşmek böyle bir şeydi işte, mütemadiyen insanı cevabını dinlemeyeceği sorular sormak zorunda bırakırdı."
"Büyükler herkesi budayıp kendilerine benzetmek isterdi ama çocuklar kahramanları oldukları gibi sevecek cesaretteydi."
"Kaybedeceğine inandığı için kazanmayı denemeyen, sevilmemekten korktuğu için sevmeyi beceremeyen biriydim ben."
"Ne öğle, ne akşam, günün ortasında bir yerde durmak, asasız kör, anasız çocuk, zamansız aşık olmak gibiydi şimdi. Arafta asılı kalmak gibi."
"Sevginin endazesi öyle uluortaydı ki istense bile kolay saklanamıyordu. Ve insan nedense en çok sevgisine kıymet vermeyeni seviyordu."
"Tedirgin kalabalıklarıyla gidenin boşluğunu doldurabileceklerini sanıyor olmalıydılar. Dolduramazlardı. Ancak gürültüleriyle acının sesini bastırmaya çalışabilirlerdi. Ne var ki çareleri gibi kendileri de geçiciydi."
"-Sakın korkularını çağırma kızım. - Hem zaten korku, başına gelebilecek pek çok şeyden daha korkunçtur."
"Sen de benim gibisin. Kendi suçun olmayan şeylerden utanıyorsun. Saklamak istiyorsun. Yapma. İnsan içinde sakladıklarıyla yorulup kirleniyor en çok."
"Kısa hayatında anladığı oydu ki bu büyükler en çok acırken gaddalaşırdı."
"Diğerlerinden daha fazla sevecek biri olmalıydı herkesin hayatında, o annesini seçmişti."
"Sonra içime çöreklenen acıdan kurtulmanın daha temiz bir yolunu bulamayıp geç kalmış bir hediye paketini açar gibi, ağlamaya başladım."
"Yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil, yaşamayı başarmış bir çocuktur- diyor ya Ursula K Guin. Ölmeyeceksek bari efendi gibi büyüyelim. Ama nerede? Başımızı kuma göme göme.. Biz büyüdük ev büyün kahramanlar öldü işte! Temiz defterler karalandı, saatler hep ileri ayarlandı. Bu yüzden insan geçmişin sırlı perdesine baktıkça, çocukluğunu değil, kaybolan masumiyeti özlüyor belki de."
"İnsan kimi sevmezdi? Sevilmeyi hak etmeyecek kadar kötüleri mi, yoksa kendisini sevmeyenleri mi? Hem birini iyi ya da kötü yapan neydi? Fıtratı mı? Kaderi mi? Yoksa ona bakıp nasıl bir insan olduğuna karar verenler mi? Mutluluk öyle bir şeydi ki herkese yakışıyor, gülümserken pek az kişi kötü oluyordu."
"Yerin üzerinde bunlar olurken, yüklendikleriyle ağırlamış yerkabuğu, içindeki bulantıya daha fazla dayanamayarak, pek yakında çatırdamaya hazırlanıyordu. Zira dolup da taşmaya dost bulamamışlar için, er ya da geç muhakkak kusmak lazım geliyordu. İçten içe çürüyüp de hepten yok olmak için.."
Okuması o kadar keyifli bir kitaptı ki. Başka başka karakterlerin bakış açılarından dinlemeyi, herkesi biraz da olsa tanımayı çok sevdim. Sanki herkesten biraz biraz dinleyince karakterler daha gerçek oldu, karikatürize yan karakterler olmayı bıraktılar. Perihan mesela, onu ondan dinlemesem fazla "karakter" olduğunu düşünürdüm. Kitap boyunca nerede bu Eyüp diye düşündüm durdum. Okumadığım anlarda bile aklıma geldi. Bir şekilde gizemi de sonuna kadar tutmasını sevdim. Ama sanırım Nermin Yıldırım kitapları ile ilgili en keyif aldığım şeylerden biri hepsinin aynı dünyada geçmesi ve bir kitabı okurken diğerinden minicik de olsa bir haber almak.
Konusu azıcık tahmin edilebilir olsa da çok severek okudum. Bir kere Nermin Yıldırım farkını defalarca kanıtladı benim için. Ne yazsa okurum dediğim yazarlardan. Keşke daha çok yazsa.
Katalan bir kadınım bir sabah Türk kocasının ortadan kaybolması ve geride kalan rüya günlüğünün izini sürerek kocasına dair -kocasının dahi- bilmediği geçmişiyle tanışmasını anlatıyor. Merak uyandırıyor ve okurken akıp gidiyor. Ancak kitapta o kadar yoğun bir dram vardı ki, bir noktada ya yoruldum ya da hissiyatımı yitirdim aktarılan acıya dair.
Yazarın müthiş bir anlatımı be olaylardan ziyade daha çok önem verdiği karakterleri var. Severek okudum özellikle son 100 sayfası müthişti. Okunması gereken bir yazar olduğunu düşünüyorum.
3,5/5 gibi daha çok. 7/10 olunca göze daha güzel geliyor sanki. Neyse konumuza dönelim.
Aslında dil olarak genellikle hoşuma gitti. Günlük hayatımızda zamanla kullanmayı bıraktığımız kelimelerin yer yer çok boğmadan karşıma çıkması bana rahatsızlık vermedi. Artık derdimizi anlatacak kadar Türkçe'yi İngilizce ile harmanlayıp konuşmaya çok alıştığımız için birçok kişi bu durumu yadırgasa da akıcılığı bozmadığından ben bu tutumu sevdim.
Hikayeye gelecek olursak, Eyüp isimli baş karakterimizin İspanyol eşi Pilar'a hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolması ve Pilar'ın onu bulmak için Türkiye'ye gelmesiyle başlıyoruz. Her bölüm Eyüp'ün ablası ve abisi gibi farklı insanların gözünden olayları takip ediyor ve aralarda da Eyüp'ün rüya günlüğünden bölümler okuyoruz. Değişik karakterlerin bakış açılarını görmek ve onların geçmişlerini öğrenmek başlarda güzel gelse de kitabın ortasından itibaren ilgimi kaybetmeme sebep olmaya başladı maalesef.
Karakterden karaktere atlarken yayık ayranına dönen zihnim bir noktada bir kayıp olayı ile alarm vermeye başladı. Nermin Yıldırım'ı tebrik etmek istiyorum gerçekten birini kaybetmiş bir kişinin zihninin röntgen, tomografi ve EEG'sini çekmişçesine birebir anlatınca bana zamanda yolculuk yaptırıp tüm travmatik kayıplarımı turlattı. Burada ilgimi toplasa da dramın ağırlığından okumakta zorlandığım için bir süre kitabı bir kenara bırakıp kendimi toplamam gerekti.
Kayıp kısmını geride bırakıp biraz rahatladıktan sonra tekrar daldan dala Eyüp'ün ablası, Eyüp'ün yengesi, Eyüp'ün kayınçosu derken yine konu dağılıyor mu diyordum ki bu sefer de Nermin Hanım daha önceki trajik kısımlardan henüz tetiklenmeyen varsa diye endişe duymuş olacak ki son el bombasını da atıp kitaptan sonra psikoterapi almaya ihtiyaç duymayan kalmadığından emin olduktan sonra kitabı hızlıca sona ulaştırmış.
Anıların kişiden kişiye nasıl değiştiğini, aslında öyle olduğunu varsayarak konuşmadan ve çözmeden geride bıraktığımız geçmişimizin basit bir diyalog ile çözülebilecekken kapanmamış birer mevzu olarak üzerimizde yük olarak kalışını çok güzel anlatmış yazarımız. Bu kadar sağa sola sapmadan anlatılsaydı belki daha fazla seveceğim bir kitap olabilirdi. Eyüp'ün yedi sülalesinin tüm geçmişini dinleyip herkesin derdini omuzlarıma yüklemişim gibi bir hisle kitabı bitirdim. Psikolojiniz sağlamken okumanız gereken kitaplardan.
Knjiga mi je ostavila pomiješana osjećanja. Jedan od glavnih problema je "slowburn" narativ, gdje se iste misli i činjenice ponavljaju na nekoliko načina, što može biti iscrpljujuće za čitatelja. Prevod Vesne Gazdić dodatno je umanjio kvalitet knjige, jer je očigledno da prevoditeljica ne poznaje dovoljno tursku kulturu, a još manje islam kao religiju. Prijevodne ekvivalente je vrlo lahko mogla pronaći uz malo truda u bosanskoj literaturi.
Kraj knjige bio je izuzetno mučan, iako cijela priča sadrži dosta gadnih dijelova, kraj je definitivno bio najgori. Jedini razlog zašto ocjena nije najniža moguća (1) jeste misteriozni tok radnje koji me vukao da čitam dalje do kraja.
Međutim, kad se ispostavilo da je ono što je nagnalo Ejupa da traži odgovore njegovo sjećanje da mu je otac redovno silovao i brata i sestru dok je bio mali - 🤮🤮🤮🤮🤮 Pa mogla je napisati sve što je željela, zašto je ovo baš odabrala?! 🤮🤮🤮🤮🤮
This entire review has been hidden because of spoilers.
yazicaklarim spoi sayilir mi bilemedim ama yine de uyariyi caktim the weeknd this is a happy house derken bu kitaptan bahsetmis olabilir mi diger kitaplarinin aksine baslar baslamaz cekmedi beni ama okudukca, her karakterin ne kadar komplike oldugunu kendi acilarindan bir bir dinleyince kitlenmeye basladim hic sevmediklerimin bile gecmislerine oturup aglayasim geldi pilar karakterinin digerlerine kiyasla biraz zayif kaldigini dusunuyorum yani zaten esas konumuz bu aileye ne olduguydu ama cok da geri planda kalmasina gerek yoktu bence bunyaminin povunu bile gorduk yani bi de eyupun ruyalarini anlatma seklini begenmedim sanki cidden biri gelip okusun diye ugrasa ugrasa yaziyo gibiydi bunu sonradan muesser "kardesim hep boyledir" diye aciklasa da bana pek gecmedi yine de yine de nermin yildirim ve sakin baslayip travmayi cat cat yuzune vuran romanlari diyorum
This entire review has been hidden because of spoilers.
Gerçekten çok sıkıcı. Dönem ödevi gibi her cümlesi düşünülerek yazılmış adeta. Çimentosu gevşek bir anlatı olmuş. Roman yazım temelleri atlanmış, bazı karakterler gereksiz, uzun uzadıya anlatılırken bazıları daha fazlasını hak etmesine karşın güdük kalmış, anlatılan olayların büyük çoğunluğu metnin ortaya koyduğu ama sorunla ilgisidiz, hatta birçoğu çok klişe. En önemlisi ana ekseni oturmamış bir hikaye okuyorsunuz. Neyse ki, sesli kitap olarak dinledim de geçirdiğim zaman için çok yazıklanmadım. N’olur, yeni dönem Türk yazarları yazarken ben okurun zamanını bunun için aldığımı değecek mi, sorusunu sorsunlar. Kendileri için anlatmıyorlar hikayelerini, daha kötüsü sırf çok okunmak düşüncesiyle, halkı afyonlamaktan başka amacı olmayan dizilere senaryo malzemesi üretiyorlar. Yerden yere vurdum ama öyle...
Bu bir mağduriyet hikayesi. En başından belli bir travma öyküsünü merak ettirmeye çalışarak adım adım dramı büyütüyor yazar. Karakterleri tanıtmak için seçtiği yol da klasik: o öyle biriydi, böyle yapardı, şunu severdi… madde madde tanıtmış sanki bize her birini.
Travmatik bir öykü okuyorsam karakterlerin pozisyonlarına bakıyorum hemen. Burada mağduriyetten kırılan karakterler var sadece. Mücadele yok, soru yok, değişim yok. Çatışmalar da kırık dökük kurgulanmış.
Metaforlar kullanılmış malum konumuz rüyalar. Ucundan su fışkıran hortum, yılan gibi metaforlar seçmiş; bilin bakalım neyi temsil ediyorlar?
Beğendiğim şey kitabın kendini her türlü okutması. Dizi gibi, bölüm sonunda bir şey oluyor “ay o ne” dedirtip okumaya devam ettiriyor.
nermin yıldırım’ın en sevdiğim yazar olduğunu baştan söyleyeyim, yazdığı her şeyi okurum tam da bu sebepten birazcık haksız bir yerden diğer kitaplarıyla karşılaştırarak yaptım puanlamamı. yoksa 5’lik bir kitap ve bu kitap da hatırımda çok fazla kişinin pov’undan yazılması özelliğiyle kalacak. özellikle perihan’ın pov’unun bu kadar ilgi çekici olabileceğini düşünmemiştim luv u nermin yıldırım keşke kitaplarının yarısını bitirmiş olmama sevinebilsem
Hep ayni sikayetle bitirmeme ragmen, muthis hikayelerin yaraticisi Nermin Er’i okumaktan kendimi alamiyorum. Tarzi, kullandigi agdali kelimeler, dolambacli cumleler, bana zorlama gelen benzetmelerle orulu ama bir o kadar yaratici hikayeler. Keske daha sadece yazmak istese, cok vurucu olacagina eminim ama benim arayisim bu, belli ki hem kendi hem de okuyucusu bu tarzi seviyor.
Baştan sona nereden tutsan elinde kalır bir romandı bence.Tamam konu çok çarpıcı olabilir ama yazar oraya gelene kadar en alakasız karakterlerle oyaladı bizi. Asıl hikayesinin derinine inmemiz gereken karakterlerden biri bir anda ortadan kayboldu. Yanı sıra anlatımını da basit bulduğumu belirteyim.
İnsanın içine, belki en derinine dokunan bir roman. Kaybolmaların, aramaların, anlatılamayanların ve saklanışların hikayesi. Nermin Yıldırım'ın kendine has üslubuyla yoğurulan kitabın sade bir dili ve sürükeleyici bir havası var. Okunmalı, okutulmalı.
Güzel bir roman okumak isteyenler bu kitabı okusun, iyi bir yazara baslamak istiyorum diyenler de Nermin Yıldırım'ın diğer kitaplarıyla devam etsin: Şahane, öneririm!