İlkçağ insanlığın sınıfsız toplumdan sınıflı toplum dönemine geçtikten sonraki ilk ve en uzun çağı. Binlerce yılı kapsıyor. Aslında dayanılmaz acılarla dolu bir çağ; sınıflı toplumların en korkunç biçimi, kölelik var çünkü. Henüz bütün insanların insan olarak da tanınmadığı yüzyıllar. Ama insanoğlu, yazı da içinde olmak üzere, edebiyattan sanata, bilimden felsefeye değin, aklın ve beynin ilk büyük fetihlerini de bu çağda yapmış: Önlerinde bugün de hayranlık duyup saygıyla eğildiğimiz fetihler bunlar.
İlkçağ önemli. Öylesine önemli ki onu görmeden ve tanımadan çağları anlamak bütünüyle olanaksız. Bu kitap onun öyküsü işte…
Server Tanilli, Türk yazar ve anayasa hukuku profesörü.
1980'den önce Türkiye'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ve Devlet tatbiki Güzelsanatlar Yüksekokulu'nda "Uygarlık- tarihi" dersi veriyordu. 7 Nisan 1978 günü terör ortamında silahlı saldırıya uğrayıp, belden aşağısı tutmaz oldu. Fransa'ya gidip uzun yıllar Strazburg Üniversitesi'nde çalıştı. 2000 yılında yurda dönüş yaptı ve Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazıları yayınlandı.
1980 sonrasında düşün ortamını ve özellikle de gençliği etkilemiş olan "Uygarlık Tarihi (1973)", "Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş" kitaplarını yazdı. "Uygarlık Tarihi" üniversitelerde ders kitabı olarak okutuldu. 2011 yılında Prof. Dr. Server Tanilli evinde yaşamını yitirdi. Karacaahmet Mezarlığı 'na defnedildi.
“Kendi yıkışını hazırlayan bu koşullarda köleci rejimi, kölerin yeni ve korkunç bir başkaldırısıyla da sarsıldı. Spartacus yönetiyordu bu başkaldırıyı ve bu kez bütün İtalya’ yı içine alıyordu hareket. Genel olarak öteki köle başkaldırılarında olduğu gibi, Spartacus'ün başkaldırısı da bir tertiple başladı. Ne var ki, bu kez gladyatörler, yani silah kullanmasını bilen kişilerdi tertibi hazırlayanlar. Kaçıp Vezüv'ün erişilmez yerlerine sığındılar.
Spartacus, Trakya kökenliydi.
Daha önce orduda —belki de— Mithradates'in birliklerinde savaşmış, sonra esir düşüp köle olarak satılmıştı. Tarihçinin dediğine bakılırsa, ‘bedensel gücü ve olağanüstü cesaretine, ihtiyatlılık ve yumuşaldık da eklenmişti’ ve ‘bir barbar olmaktan çok bir Yunanlı denmeye layıktı’ . Yanındaki öteki iki şef, Oenomaus ile Crixus da Küçük Asya'da savaşçı Galatlardan geliyorlardı ve Sylla'ya karşı mücadelesinde Mithradates'in ordusunda savaşmış kişilerdi onlar da.
Aynı kumaştan birçok insan bu ihtilalci gruba katılmakta gecikmedi ve Spartacus'ün çevresinde yedi bin insandan oluşan bir birlik çıktı ortaya.
Aralarında kadınlar da vardı.
Hareket karşısında özgür halkın tutumu da önemliydi. Sylla olsun, Sylla'ya karşı savaşanlar olsun, kölelerden oluşan birlikleri de almışlardı saflarına; böylece, kölelerle aşağı sınıfın özgür insanlarını vaktiyle ayıran uçurum hayli daralmıştı son yıllarda. Tarihçilerin söylediklerine bakılırsa, öz ür durumdaki köylüler de katılıyordu Spartacus'e ve hareketi tepelemek için kullanılan yerel milisler, başkaldıranlara karşı savaşmayı reddediyorlardı. Böylece, hareket kısa sürede pek büyük bir genişlik kazandı ve Spartacus, hasımlarına hayli sert darbeler indirebildi.
Ayrıntılara girmeyelim.
Sylla'a hükümetin güçsüzlüğünden ve savsaklamalarından da yararlanarak Spartacus, M.Ö. 73 yılını büyük bir hazırlık yaparak geçirdi. Silahlanmanın yanı sıra disipline de önem veriyordu. Ganimet eşit olarak dağıtılıyordu aralarında; altın ve gümüş kullanmaksa yasaklanmıştı. Kullandığı yöntem ‘inandırma’ydı daha çok. Kölelerin zaman zaman kanlı aşırılıklarına karşı çıkıyordu. ‘Ülkeyi kendi ülkenin gibi görüp gözeteceksiniz,’ diyen Athenion'un geleneğini sürdürüyordu. Ne var ki, bu konuda olsun, harekatın yönetim biçiminde olsun, şefler arasında uzlaşmazlıklar görülüyordu. Öyle ki, yağmayı doğal gören Crixus ve soydaşlan Spartacus'ten ayrıldılar ve gidip başka yerde karargah kurdular.
Ama çok geçmedi, Romalılarca sarıldılar ve yok edildiler.
Spartacus öylesine güçlenmişti ki, Roma, üzerine bütün askeri güçlerini sevk etmek zorunda kaldı. M.Ö. 72 yılında kendisini çevirmeye gelen iki konsülün ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Fazla olarak, daha şimdiden yüz bin kişiye ulaşmış ve Romalılardan alınmış silahlarla iyice donanmış ordusunun başında, köle hareketinin tarihinde ilk kez olmak üzere, saldırıya geçti. Güneyden kuzeye yöneldi ve Po yakınlarına geldi; orada önünü kesmek isteyen bir Roma ordusunu bozguna uğrattı.
Sonra yeniden güneye döndü.
Niçin öyle yaptı?
Belki Alpler'i aşıp gidecekti ve herkes kendi ülkesine kavuşacaktı böylece. Gözüne kestirememiş de olabilir bunu. Ama akla en yakın olasılık şu olsa gerek: Kazandığı askeri başarılardan cesaret bularak, Roma üzerine yürüme planını kurdu. Ne var ki uygulamadı bu planı, güneye doğru çekildi. Yolda Picenum Savaşı'nda Romalıları bir kez daha bozguna uğrattı. Sicilya'ya geçme umuduyla daha güneye çekildi; Sicilya'daki köleleri de ayaklandırmak istiyordu, gerçekleştiremedi. O sırada Trakya'dan ve İspanya'dan çağnlan Roma orduları da geliyprdu. Saflarından yeniden aynlmalar oldu Spartacus'ün. Romalılar onları da yok ettiler. Kendisiyle Crassus arasındaki savaş ise, Lucania'nın kuzeyinde bir yerde oldu bir gün.
Tarihçi şöyle anlatıyor: Savaş başlamadan önce atını getirirler. Spartacus kılıcını çeker ve atı öldürür: ‘Zaferi kazanırsam, der, düşmanlarımdan çok at bulacağım; kaybedersem, zaten gerek kalmamayacak.’ Ve elinde kılıcı kalkanı, düşman saflarına dalar. Savaş uzun ve korkunç olur. Bir ara bir okla kalçasından yaralarınır, dizüstü düşer, ama doğrulur; üzerine çullanan yığınla insana yaşamını pek pahalıya ödeterek ölür. Şefleri öldükten sonra ordu çözülür, kalanı dağlara sığınır. Crassus yakalayabildiği altı bin köleyi, Roma’ ya giden yolda çarmıha gerdirir. Kuzeye doğru çekilme fırsatını bulanları ise Pompeius yok eder; "köklerini kazıdım" diye övünecektir sonra. Kölelerin hareketi bir kez daha ezilmişti. Ne var ki, Spartacus'ün silahlara yenilen davası, manevi planda zaferini kazanmıştı. Yalnızca bir efsane kahramanı olmakla kalmadı; köleci bir temel üzerine kurulu toplumda, egemen sınıflar için korkutucu bir simge olup çıktı. Köleci toplumun tarihçilerinin bile adından saygı duyarak bahsedişleri şunu gösteriyor bize: O yıllar toplumda var olan köleleri sömürme yöntemleri artık kabul edilmez bir durumdaydı ve tehlikeliydi. Bu yazarlar, köleci toplumdaki yeni kuşakların düşünsel tavrını da ortaya koyuyorlar yazdıklarıyla. Belli ki, köle emeğinin verimli olmadığı, emekçileri, özgürlüğü parayla satın alma, kolonluk gibi başka sömürme biçimlerine geçmenin doğru olacağı düşünülmeye başlanmaktadır yavaş yavaş.
Spartacus hareketinin tarihsel önemi buradadır.
Nitekim o yıllardan başlayarak, başka ama daha ileri iktisadi ve sosyal ilişkilere doğru geçiş hızlandı.”(s. 430)
Büyük fetihler ve savaşlarla geçen yüzyıllar... Tarihteki en büyük imparatorluk ve krallıkların kuruluş ve yıkılışlarının öyküsü... İlk çağdaki Doğu, Yunan ve Roma imparatorluklarında sosyal ve iktisadi yaşam, bilim ve sanat, ve din sömürüsünün yalın bir dille anlatımı... Sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçiş ve tüm çıplaklığı ile kölelik ve kölelerin yaşadığı işkenceler...
Tarih ve kültür birikimini zenginleştirmek isteyenler için yalın bir dille yazılmış bir araştırma kitabı...
maalesef 400 sayfa kadar okuduktan sonra bırakıyorum; çünkü bir şeyi fark ettim. Server Hoca, Diakov & Kovalev'in İlk Çağ Tarihi kitabını neredeyse olduğu gibi özet geçmiş. İşlek zaten aynı, paragraflarsa aynı cümlelerin taklaya gelmiş hali çoğunlukla.
Diakov & Kovalev'in kitabını okumamış olsaydım yararlı bulabilirdim. Zaten o kitabı çok beğenirim, özetini okumak isteyen olursa buyursun. Serinin diğer kitapları da böyle mi bilen varsa yazabilir.
Server Tanilli'nin Uygarlık Tarihi kitabının genişletilmiş bir versiyonu olarak görülebilecek altı ciltlik bir çalışmanın ilk cildi olan bu kitap, tarihi bir süreklilik içerisinde ve farklı boyutlarıyla okumak isteyen kişilerin başvurabileceği bir kaynak niteliğinde. Daha çok bu konularda derinlemesine bir okuma yapmadan önce, temel olaylar, kişiler ve kavramlardan haberdar olmanızı sağlayan bir işlevi var; bununla birlikte dili son derece akıcı ve anlaşılır. Ancak tam anlamıyla bunu bir akademik çalışma olarak görmek bir o kadar da zor, çünkü metin içinde kaynaklara atıf yapılmamış veya çeşitli noktalarla ilgili dipnotlarda bilgi verilmemiş. Yazarın daha çok -Uygarlık Tarihi'nde olduğu gibi- genel okuyucu kitlesine hitap etme amacını güttüğü anlaşılıyor. Kitabın en beğendiğim tarafı, anlattığı tarihi olaylar ve dönemlerle ilgili literatürdeki klasik eserlerden söz etmesi ve -deyim yerindeyse- okuyucu bunları okuması için de özendirmesi. Böylece okuyucu klasik edebiyatın önemli metinlerinden de haberdar olmuş oluyor.
Gelelim eksi yönlere: Bu sitedeki bir okurun yazdığı bir yorumda, bu kitabın, kaynakçanın en başında Tanilli'nin yer vermiş olduğu ve Moskova'da basılmış bir kitabın birebir aynısı olduğu söyleniyor. Söz konusu yayını tanımadığım için kesin bir şey diyemem ama muhtemelen doğrudur. Okur, Tanilli'nin, kaynak aldığı kitaptaki cümleleri çevirip parafrazladığını, dolayısıyla özgün olmadığını söylüyor. Keşke bu durumda Tanilli kitabın çevirmeni olmakla yetinebilseydi; neden kendi adıyla basılmış olduğunu anlamak güç oluyor ve etik bir sorun ortaya çıkarıyor. Kitabın eleştirdiğim diğer bir tarafı ise, ele aldığı bütün konulara -açıkça anlaşabilecek bir biçimde- Marksist söylem ve düşünce üzerinden bakması. Elbette sosyal bilimlerdeki birçok yayın -öyle veya böyle- bir siyasal düşüncenin, ilginin etkisi altında yazılır, bunu esasen yadırgamıyorum. Böyle bir durum, aynı konuda yazmış farklı yazarların dünya görüşleri üzerinden farklı ve çok boyutlu bir değerlendirme yapabilmenize de olanak tanır. Ancak metinde Tanilli'nin marksistliğinin dozunu bence biraz kaçırmış; bu yüzden kimi yerlerdeki değerlendirmeleri de tekrara düşmüş görünüyor. Amaç genel okuyucuya hitap etmek idiyse bu kadar yanlı bir tutum sergilenmemeliydi. Kitabın adı bu bakımdan "Marksist Düşünce İzinde Yüzyılların Gerçeği ve Mirası" olabilirmiş. Çünkü bu düşüncenin ilkelerine aykırı düşen -örneğin Seneca gibi- önemli düşünürleri adeta yerden yere vurduğu görülüyor.
Ne olursa olsun okunması insana bilgi verecek ve onu düşündürecek türden bir yayın olduğu gerçeğini de göz ardı etmeyelim ve hatta bunu vurgulayalım. Kendinizi yazarın politik görüşlerine fazlasıyla kaptırmayın, yeter...
Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, Server Tanilli hocanın ilk cildi 1984 yılında yayınlanan 6 ciltlik çalışması. Eski Doğu, Yunan ve Roma olmak üzere 3 bölümden oluşan, İlkçağ isimli I. Cildini okudum.
İlkel komünal toplumunun (klan) çözülmesi ve köleci toplumların geliştiği binlerce yıllık uzun bir dönemi anlatıyor.
Burada Marx’ın tarih yöntimini tekrar hatırlarsak; ilkel komünal toplum üç ayrı biçimde çözülmüştür. Birinci tip çözülüş, Doğu despotizmine (İran, Çin, Hindistan, eski Rusya, Osmanlı), ikincisi antik köleci topluma (Yunan demokrasisi ve Roma cumhuriyeti) ve üçüncüsü de feodal topluma yol açmıştır. Böylelikle; Stalin’in 5’li şema denilen tarih yorumunun bir tahrifat olduğunu, toplumların ardışık bir sıra izleyerek ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum şeklinde ilerlemediğini görüyoruz.
Yani sözü edilen bu eski sınıflı toplumlar ya da uygarlıklar, biri diğerinin içinden çıkıp gelişmiş değillerdir. Her biri, ilkel komünist toplumun farklı zamanlarda ve farklı tipte çözülüşünün ürünüydüler.
Gerçek şu ki; Server Tanilli'nin günümüze hitap etmeyen kitaplarından olduğunu düşünüyorum. Hatta sırf bu sebeple serinin diğer kitaplarını okuyacağımı zannetmiyorum. Bunda Server hocanın elbette suçu yok, bizim öğrendiklerimiz onun ilmiyle yarışacak düzeyde değil. Hocanın 2011 senesinde vefat ettiğini de göz önünde bulundurduğumuzda güncellenmesi gereken bilgiler olduğu kanaatindeyim. Ayrıca hocanın konuları anlatırken varsayımlarda bulunması da dikkatimi çeken başka bir durum oldu. Okumak isteyenlere okumayın diyemem ama biraz yoracak potansiyele sahip olduğunu bilmenizi isterim
Tanilli’nin bu dünya tarihi kitabının güzel tarafları var. Ben her dönem bölümünün sonunda dönemin kültür ve inancına dair bir bölümün de olması benim için faydalı oldu ama bir tarih kitabını insani duyarlıkla hazırlamanın yararlarını görebilsem de kitapta bir generalin veya yazarın iktidar yanlılığının ne kadar utanç verici olmasını gerektiğine dair söylemleri okumak beni biraz huzursuz etti. Hangi kitapta olursa olsun “Utan!” tavrını görmek istemem zaten.