Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani.
Tarık Tufan, "Bir Adam Girdi Şehre Koşarak" kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.
1973 yılında İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmakta ve bazı televizyon kanallarında edebiyat-sohbet türünde programlar sunmaktadır. Yayımlanmış beş adet kitabının yanı sıra Uzak İhtimal ve Yozgat Blues filmlerinin senaristlerindendir. Kitaplarındaki zarif ve naif anlatım üslubunu senarist olduğu filmlerde de görmek mümkündür. "Uzak İhtimal" filmiyle 2009 yılında İstanbul Film Festivali'nde "En İyi Senaryo" ödülünü kazanmıştır. Uzak İhtimal'in ardından senaryosunu yazdığı "Yozgat Blues" filmiyle 2013 yılında Altın Koza Film Festivali'nde "En İyi Senaryo" ödülüne layık görülmüştür.
Fenalıklar geçirerek okudum. Afili filinta romantizmi beni hayattan soğutuyor gerçekten. Denemek için ilk kez okuduğum bu yazara da aşırı önyargılıydım başta. Haksız da değilmişim.
Çay edebiyatı, tarhana çorbası, Neşet Ertaş, Beşiktaşlılık, semt çocukluğu, mahalle bitirimliği, arabesk müzik, nerden tutsan elinde kalan yapış yapış sırf kuru gürültü bir Kudüs-Filistin-Gazze romantizmi vs. arasında gidip gidip gelen kafası karışık bir adamın hezeyanları diyebilirim kitap için. İçim şişti okurken.
"Yakama yapışan cümleleri yazdım" diyor Tarık Tufan kitabın ilksözünde. Bu tarz kitaplarda yazarın kalemi ne kadar güçlü olursa olsun eğer siz fikrinize ortak, düşüncelerinize yoldaş satırlar bulamazsanız o kitap sizin için okuyup geçtiğiniz bir kitap olarak kalır. Tarık Tufan, yakasına yapışan cümleleriyle gözlemlerini, kaygılarını, derdini dökmüş satırlara. İlk yazı hariç başlığı olmayan bu deneme tadındaki yazılarda kimi zaman bir haberden yola çıkarak isyanını kaleme almış, kimi zaman kadınların toplumdaki yerlerini anlatmış, kimi zamanda 21. yüzyılda sınırötemizde olan ve maalesef birşey yapamadığımız savaşı... Tarık Tufan’ın kalemiyle tanışmak ve bakış açısını görmek için iyi bir seçim Bir Adam Girdi Şehre Koşarak. Ama ben romanlarındaki anlatımını daha çok merak ediyorum. Bu sebeple yakın zamanda okuyacağım Şanzelize Düğün Salonu için daha heyecanlıyım.
“İnsan hayatının bir yerlerinde ölüyor aslında.Ruhuyla arasına yaşamak kadar uzun bir mesafe giriyor.Ölüyor insan ve yeniden diriliyor.Umut etmek için diriliyor,başlayabilmek için diriliyor,doğru dürüst bir tek cümlemi kurabilmek için diriliyor işte. Sonra...Sonrası karanlık.” “Yakasına yapışan cümleler”i yazıyor Tufan.Karanlığı anlatıyor aydınlığı umarak.
Bu tarz yazılmış kitaplar var ama bu bakış açısıyla yazılmışına pek rastlamadım. Bazı bölümleri Cezmi Ersöz tadında olduğu için eöf dedirtse de genelini ve hatta bazı bölümleri gerçekten çok beğendim.
Tanımı ya da betimlemesi daha önce bu şekilde yapılmamış bir cümle gördüğümde hayran kalıyorum. Yazar bu kitabıyla birkaç kez bana bunu yaşatarak kitabın geneline 5 yıldız vermemi sağladı. Yoksa Cezmi Ersözvari anlatımlar yüzünden 4 alacaktı :p
Bazi duyarliliklar ciddi manada fazla sündürülmüş olsa da kitap büyük ölçüde samimi bir dilde yazılmış. Modern dünyada artık iyice görünmez hale gelen fakirin, işçinin haline kısa ama derdini vazıh şekilde anlatan temaslarda bulunulmuş.
Gözünüzü farklı yönlere de çevirebilmek, unuttuklarını hatırlamak için ara ara tekrar okunmalı.
“Ben” dedi. “ Hayatımda tek bir adamı kıskandım.” “Kimi?” “Ali’yi!” “Neden?” “Peygambere en yakın adam o olduğu için.”... “Ben de senin son yazdığın şiiri kıskandım” diyecektim ki sustum. Ali de kıskanılacak adam doğrusu.
Anlatım çok sığ ve edebi üstünlükten yoksun olmuş. Bazı güzel tespitler var ama cümleler ve düşünceler oldukça dağınık. Tanrı ve matematik ilişkisini de yermiş! Altın orandan, Tanrı’nın matematikçi olduğundan falan haberi yok. Ara ara itici bir din propagandası var. Sözün özü, devrik cümle kurarak ya da aynı cümlede defalarca benzer örnekler sıralayarak edebi eser ortaya koyulamaz.
Tarık Tufan'ı Ot dergisinden takip ederim, yazım tekniğini, cümlelerini severim. Genelde her yazısında altını çizdiğim bir kaç bana dokunan satır olur. Dini bir tarafının olduğunu da biliyordum fakat bu kitapta o kadar fazla dini gönderme var ki artık sıkıldım, yarısında bırakacaktım. Çünkü arada kalmış bir kitap. Ne dini göndermelerin altı doluyor ne de verdiği mesajlar destekleniyor. Bir kere kitabın tamamında dua edelim teması var. Dua ettik çünkü etmek güzel, dua edelim çünkü Allah dua edenlerin yanında. Tamam da bu ne kattı bana? E kardeşim madem böyle temalı bir kitap yazacaktın, koy ismine Eyvallah, koy Elif Gibi Sevmek sür gitsin piyasaya, en azından para kazanırsın. Ama yok hem o güzel cümleleri yazacak hem de nasıl bir insan olduğunu gösterecek. Keşke bu kitaba rastlamasaydım. Dergide o kadar içten cümleler yazıyordu ki, takip edeyim dedim. Bu kitap yüzünden şimdi mimli bir yazar olarak kalacak gözümde. Yazım olarak daha yüksek puanları hak etse de içerik olarak hiç beğenmedim. Özellikle Kudüs'e gidelim, gazzeli çocuklar ölmesin minvalinde satırlar var ki hay aklını sevdiğim dedim, dünyada bir tek Gazze'li çocuklar mı var ya da Vatikan'da da o Kudüs'te belirttiğin dinginlik huzur yok mu? Bu kadar mı vizyonsuz kitap yazılır. Bu kadar din sömürülür. Dünya edebiyatına açılamayışımızın altında kültürümüz yatıyor bu bir gerçek. Kültürümüzü dışarıya açacağımıza, boğulup gidiyoruz. Hep bu ötekileştirme yüzünden. Daha çok şeyler yazardım da, yazarı seviyorum.
Tarık Tufan'ın diğer kitaplarından kısmen farklı bir yere koyabileceğimiz eseri. Bir deneme yahut öyküde alışık olduğumuz planlanmışlıktan uzak yazılar olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim aslında Tufan da eserini "yakama yapışan cümleler" olarak tanımlarken buna dikkat çekiyor. Kitapta yer alan yetmiş kadar yazı kimi zaman bir gazete haberinin, bir film sahnesinin, şahit olunan bir diyaloğun, manzaranın yahut bir şarkının yazara hissettirdiği, düşündürdüğü şeylerin ürünü. Kimisi birkaç satır kimisi bir kaç sayfa. İlk yazı hariç hepsi başlıksız. Bu haliyle zaman zaman okumayı zorlaştırdığını söylemek mümkün, ancak yazar en başında bizleri neyle karşılaşacağımız hakkında uyarıyor. Bu durumu göz önünde bulundurup eseri öyle değerlendirmek, beklentileri buna göre revize etmek olumsuzlukları minimize ediyor. Diğer eserleri kadar tatmin edici olmasa da bu eserinde de okuyucuya insanı/insana seyir imkanı sunuyor.
Kitabın başında “gördüklerimi yazdım.” diyor sevgili Tufan. “Zihnimde yer edinin her şeyi yazdım.” diyor. Kitabın kapağını kapattığınız da sizde bu sözü doğruluyorsunuz. Evet gördükleri anca bu kadar yalın ve gerçekçi yazılır diyorsunuz. Kitapta sabit bir konu yok. Deneme türünde olduğundan her konuya yer verilmiş. Bazı samimi cümlelerin altını defalarca çizdim. Hatta altı çizili olmayan sayfa neredeyse yok gibi. Tarık Tufan ile tanışmış olduk bu kitap ile. Daha çok kitabı var okunacak. Kitabın bir yerinde; “Bu şehre, bu karmaşaya, bu merhametsizliğe, bu gürültüye ayak uyduramayanların sığınabileceği bir mağaramız olsun.” diyor. Bence bu cümle tam da geceyi tarif ediyor. Şimdi herkesin geceye sığınma vakti geldi. Sevgiler 🍀 #fatmaokuyor #TarıkTufan #BirAdamGirdiŞehreKoşarak #heraybirtarıktufan
Öncelikle yazarın anlatımı ve dili gayet basit ve akıcı. Denemelerinde işlediği/duyarlı olduğu konuları çok kıymetli bulsam da, her birinin üstünkörü yazıldığını düşünüyorum. İnsan, "yakama yapılan cümleler, yazdıkça sızlayan ve kanayan yaralarım" diye bahsettiği konuları nasıl bu kadar sığ bir şekilde ifade eder. Herhangi birinin de düşünebileceği konular, ve direkt o şekliyle de yazılmış. Zaten kendisi de belirtiyor, aklıma ilk geldikleri halleriyle yazdım cümleleri diye ama insan yine bi boşlukta kalıyor okurken. Kudüs-Gazze-Filistin romantizmini de yapay bir şekilde işlenmişti, boğuyor gerçekten. Çıkın dışarı bi gezin, iki insanları izleyin aynı çıkarımları siz de yaparsınız zaten.
Belli ki hissedilmiş; günlüğe iç döker gibi... Gördükleri, hissettikleri, merhametli canını acıtanlar çoğumuzla ortak. Ne var ki, birbiri ardına okuyunca bunca acıyı, bunca acıyanı, acının romantizmine- bunda Kadın'ı genel ve muğlak aşk öznesi yapan bir hâl de var- ve kötülüğün iktidarına karşı umutsuzluğa kapılma tehlikesi çıkıyor. Halbuki "O her an yeni bir şen'dedir" (Rahmân Suresi, 29)
Tarık Tufan... Kalemi ile değil, yüreği ile yazan yazar, Kudüs'ü seven yazar, başkalarının derdiyle dertlenen güzel yürekli yazar... Bu kadar zaman okumayı ertelediğim için çok kızıyorum kendime. Kalbime dokunan cümlelerini okumakta bu kadar geç kaldığım için...
Kanatlarını yakmış bir kelebekten daha muhteşem sembol olabilir mi diye soruyor Bachelard. Süslerini yakmak, varlığını yakmak; hayalperest bir ruh bu konuyu ne kadar düşünse azdır! Bazen hayat ağırlaşıyor. Bir kelebeğe, kanatlarının ve süslerinin ağır gelmesi kadar hatta!" . "Dur daha gitme! Bana biraz daha katlan. Bana, yani senin için vedalar biriktirip biriktirip sonra odasının duvarına asan adama. Bana tahammül et." . "Ben etrafa bakmaktan değil, bakışlarımı kaçırmaktan yoruluyorum en çok." . "Bak biz de ölüyoruz yavaş yavaş. Kimselere sezdirmeden, bağırıp çağırmadan, bir köşeye çekilmiş ölüyoruz." . . Bu kitap keşke bitmeseydi dediklerimden oldu. Yıldızlı kitaplarım listesinde baş köşeye oturdu. . Tavsiyem okumayı düşünenler varsa hiç ertelemesin...
Ne deneme, ne anı ne de hikaye kitabı. Yine de güzel tespitler, içe işleyen sözler var. Yazarla tanışmak için doğru kitap sayılmaz. İyi ki bu kitabıyla tanışmamışım kendisiyle. Doğru kitabıyla başlamayıp tüm kitaplarını aynı kefeye koymanız da sizin ayıbınız olur.
Kalk Kudüs'e gidelim sevgilim. Tanrı şehrine gidelim. Tanrı bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça. Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryüzüne indirilen bu şehrin sokaklarını. Kudüs'ün bulutlarından tespih yapıp "subhanallah" çekelim. Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur'a çıkalım. Bağıralım boğazımızı yırtarcasına; "Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!" Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan. Kalk Kudüs'e gidelim sevgilim. Meryem sırtını o ağacın gövdesine yaslayıp, bir intifada doğursun. Alnında biriken terleri silelim. Ellerinden sıkıca tutalım. Rabbimiz kuruyan ağacın dallarına meyveler versin. Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar. Elleri taş tutacak yaşa gelsin, kalpleri aşk tutacak yaşa. Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında. Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım. Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran. Başını babasının sırtını dayayan çocuk. İşte o! Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım. Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere. Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver. Sen elimi sıkı tut korkma. Mescide gidelim. Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriye'nın yanında saf tutalım. Ve Musa'nın ve İsa'nın ve Yakup'un. Bekle birazdan Ömer de gelir buralara. Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun? İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Nereye gitmek isterse oraya. Hayfa'dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever. Birlikte Zeyindağı'na çıkalım şehre bakalım doya doya. Kalk Kudüs'e gidelim sevgilim. Tanrı bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatırına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.
"Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.. Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadat otursak diyorum.. 'Şehrin en uzak ucundan bir adam koşarak geldi ve 'Ey kavmim!' dedi, 'Bu elçilere uyun! Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!'" (Yasin Suresi).. Koşarak gelse. Biz tükenmeden, ruhumuzu tüketmeden önce gelse.. Ölüme gözyaşı dökmenin derecesi, ölümün kendi benliğine yakınlaşma dereceai kadardır. Bu yüzden en çok kendi benliğimize yaklaşan varlıkların ölümüne ağlıyor insan.. Kulaklıklar ruhlarımızı uzaklaştırıyor birbirinden.. Bu şehri duymayacaklar, bu şehrin gökyüzünü de.. Şimdi nefes alacak küçücük bir aralık bile kalmadı.. Biz korktuğumuz için okumayız.. İnsan hayatının bir yerlerinde ölüyor aslında. Ruhuyla arasına yaşamak kadar uzun bir mesafe giriyor... Dostlar da kurmalı saatler gibidir; onların da kalplerine dokunmalısınız.. Her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir yağmur olmalı.. Fotoğraf çekmenin değerli olduğu zamanlardı.. Eşyayla dost olabildiğimiz, oturup dertleştiğimiz, gönlünü aldığımız, hatır gözettiğimiz zamanlardan söz ediyorum Eşyanın ruhunu görebildiğimiz zamanlar.. Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.. Artık dünyanın neresinde bir çocuk ölürse orası Gazze'dir.. Çocuklar eksildikçe, eksilecek herkes ve her şey.. Kış akşamları her mevsimin gecesinden daha tenhadır.. İnsan zekasıyla değil kalbiyle uçmayı öğrenebilir diye geçiyor aklımdan.. Hiçbir soğuk işlemez yüreğimize.. Konfeksiyon atölyesinin bütün kelimeleri kendi dilimde çünkü. Sefer tası kendi dilimde.. Işıklarda inecek var.. Kutsal bir yalnızlığa yürüyorum şimdi.. Şarkı demişken, senin şarkın bitti mi?.. İnsan bakışlarını kaçırmaktan bu kadar yorulur mu dersin?.. Karanlık bir sokak arıyoruz ömrümüzce.. Bazen hayat ağırlaşıyor. Bir kelebeğe, kanatlarının ve süslerinin ağır gelmesi kadar hatta!.. Bazıları gökyüzünden yıldız satın alıyormuş.. Bizi kendimize bile bırakma Rabbimiz!.."
Evet sonunda Tarık Tufan ile de tanıştım. Uzun süredir merak ettiğim bu yazarın dili ve kitaplarına ilk yazdığı kitaptan başladım. Kitap deneme türünde yazılmış bir eser arkadaşlar ve çok kısa. Hayatın içinden çok farklı konulara değinilmiş bir eser olmuş. Bunlar ne ki diye soracak olursanız ? Kudüs, Afrika, Gazze ve Filistin’deki çocuklar başta olmak üzere; sanayi devrimi, Neşet Ertaş, Beşiktaş, Maria Puder ve Sabahattin Ali, açlık, aşk ve çocukluk… gibi çok çok farklı türleri ve konuları ele almış; bunları ise sorgulayıcı ve düşündüren dille ki gayet de yumuşak ve sade dili var hissettiklerini bize aktarmış. Yazarın dili duygusal ve dini yönden ele alınmış çok güzel cümlelerle bezenmiş bir kitap olmuş. Birçok deneme türünde eserler var. Elbette ki muhteşem, harika denilecek bir kitap değil ama içerdiği konular itibariyle 30 konudan 10 tanesinden ders alsak bile gayet iyi bir kitap. İçerisindeki konulardan ziyade öylesine güzel cümleler var ki zaten alıntı olarak da paylaştım. Görmek isteseniz kitaba yapılan alıntılarda da görebilirsiniz. Çok güzel bir eser demiyorum ( beklentiyi yükseltmek istemem ) zaten bazıları olmamış dedirtti ama sonuç itibariyle tanıştığım için memnunum. Diğer kitaplarını da aldım. Zamanı gelince sırasıyla okumaya çalışacağım. Bu arada kitabın ismi Yasin Suresi’nden bir ayet dostlar. Tavsiye ederim. Herkese iyi okumalar mutlu günler.
''Bazıları gökyüzünden yıldız satın alıyormuş. Bir internet sitesi aracılığıyla gökyüzünden diledikleri yıldızı alıp, diledikleri isimleri veriyorlarmış. Milyonlarcasını böyle satmışlar. Zenginlerin, şarkıcıların, mankenlerin gökyüzünde yıldızları var. Şimdi göğe bakma durağına gittiğimizde ne yapabileceğimizi bilmiyorum. Ah sevgilim! Şimdi gökyüzüne bakmak, başkalarının evini gözetlemek kadar tedirgin edici. Gidelim başka bir gökyüzü bulalım, başka bir ay bulalım kendimize. Bu doymazlar, bu arsızlar gökyüzümüzü çalmışlar!''