Jump to ratings and reviews
Rate this book

Ergenlik ya da Merhaba Hüzün

Rate this book
Ergenlik her şeyden önce kendini sorgulamak demektir. Temel bedensel ve ruhsal dönüşümlerin gerçekleştiği dönem olarak, yaşamın daha sonrasını etkileyen önemli bir izler bırakır. Bu izler, erişkin yaşamın kendini sorgulamalarında üzerinde tekrar tekrar durulan, yorumlanan, yeniden anlamlandırılan kimlik göndermelerini oluştururlar. İşte bu yüzden, bir erişkinin analizine ergenliğinde bıraktığı yerden başladığı söylenir. Öyleyse ergenliğe zaman zaman ve özellikle kriz dönemlerinde geri dönmek kaçınılmazdır.

Oysa bazıları ergenliklerinden kopamazlar ve iflah olmaz ergenler olarak yaşamlarını sürdürürler. Kimileri ise farklı yollar seçer, ergenlik üzerine kitap yazmayı yeğlerler. Tıpkı okul yaşamından kopamayanların okula öğretmen olarak geri dönmeleri gibi!

142 pages, Paperback

Published January 1, 2008

1 person is currently reading
64 people want to read

About the author

Talat Parman

43 books8 followers

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
18 (32%)
4 stars
25 (45%)
3 stars
11 (20%)
2 stars
1 (1%)
1 star
0 (0%)
Displaying 1 - 9 of 9 reviews
Profile Image for emre.
431 reviews334 followers
November 25, 2022
ben ergenlerle çalışmayı çok seviyorum. yetişkinler kadar katı sınırlar çizilmemiş, çocuklar kadar uçucu ve bağımlı noktalardan ibaret de olmayan, bu ikisinin arasında muğlak bir bölgede konumlanan ve güzelliğini de buradan alan bir süreç gibi benim için. tabii güzellik derken korkunç tarafları olmadığını kast etmiyorum, ama işte güzel olmayışının verdiği bir güzellik belki. ya da belki kendi yaranı aldığın yeri başkasında görmenin uyandırdığı aşinalıkla ilgili hisler. bilmiyorum. kitap taze bitmişken talat hocadan ders almak, ergenliği ondan kanlı canlı dinlemek gibi bir istek oluştu içimde, kim bilir, bir gün.
Profile Image for Fatma.
172 reviews11 followers
March 17, 2020
Talat Parnan ilk okudugum kitabi, cok sey ogrendim,
Profile Image for Banu Sancar.
133 reviews3 followers
February 4, 2022
Kitap, ergenlik sorunsalının farklı konularını psikanaliz kuramı açısından ele alan makalelerden oluşmaktadır. Bu açıdan fazla bilimsel bir kitap.

“Ergenlik değişim demektir. Ergenlik büyümek demektir. Ergenlik başkalaşım ve dönüşüm demektir. Ergenlik döneminde birey hem bedensel, hem ruhsal, hem de toplumsal alanda değişime, dönüşüme uğrar. Büyümek ergenliğe özgü değildir, çocuklar da büyürler. Ama pek değişmezler. Öyleyse ergenler hem büyürler hem de değişirler.”

“Ergenlik, bireyin kendini hemen ilk kez özne olarak tanımladığı ve bir sonraki krize kadar (orta yaş krizi) geçerli sayacağı kimliğine kavuştuğu bir dönemdir.”

Profile Image for Esra.
146 reviews
May 14, 2024
Ergenin ruhsal durumu ancak uyumsuzluğa neden olan çatışma ortaya çıkarıldığında sağlıklı olarak değerlendirilebilir. Ona göre, başıboş gençliğin içinde bulunduğu durumun nedeni işte bu gizli uyumsuzluktur. Burada Aichhorn'un başıboşluk (Verwarhloste) olarak tanımladığı hem çevrenin hem de ergenin ruhsal yapısının yetersiz olmasıdır. Ergenin ailesi ve çevresi tarafından yeterince desteklenmemesi ve terk edilmesi dış başıboşluğu oluştururken, toplumsallaşmanın koşulu olan engellenmeyi (jrustration) kaldırabilecek güçte bir dürtü kontrolüne sahip olmaması da iç başıboşluğu oluşturur. S. Freud, haz ilkesi ile gerçeklik ilkesinin bir karşıtlık oluşturduğunu ve uyarılmanın hemen doyuma yönelmek yerine geciktirilmesinin önemini vurgulamıştır. Aichhorn'a göre, eğitim burada haz ilkesiyle baş edebilmesine yardımcı olacaktır.

Aichhorn'a göre, tüm eğitim ve sağaltım çalışmaları bir anlama çabasıyla başlamalı, ergenin davranışlarının arkasındaki gizli anlamın çözülmesine çalışılmalıdır. Sağaltımın sürmesi için gerekli olan olumlu aktarım ancak bu şekilde sağlanacaktır

ergen psikanalizinde pedagojik kaygıların ve yaklaşımların ağırlıkta olduğu bu dönemin en önemli özelliği, ergene çocuktan yola çıkarak yaklaşılmasıdır. Ergendeki çocuk aranmakta, onun eğitilmesi ve eğitilerek düzeltilmesi hedeflenmektedir

Erişkin dönemin tüm psikopatolojisi ergenlik döneminde oluşan bir hınlmaya (breahdown) bağlıdır. Laufer'ın kırılma olarak tanımladığı ergenin cinselleşen yeni bedenini ve bedenindeki gelişmelerin yarattığı yeni olanakları reddetmesidir. Kırılma, ergenlikte kabul edilmekte güçlük çekilen gerçekliğe karşı bir savunma düzeneği olarak ortaya çıkmakta ve bunun içselleştirilmesi de erişkin dönemde görülen ağır patolojilere neden olmaktadır.

Laufer ergenliği bir gelişim süreci olarak görür ve bu sürecin durmasını kırılma olarak adlandırır. Patolojiyi ortaya çıkaran da budur. Ergenlikte gelişme sürecinin hedefi, bu sürecin sonunda cinsel kimliğin değişmez ve geri dönüşsüz biçimde oluşmasıdır. Laufer'ın yaklaşımındaki bir diğer önemli nokta, bedene verdiği önemdir. Ergenlik döneminde ortaya çıkan patoloji özellikle bedene karşı yıkıcı davranışlar biçimindedir. Sağaltım sırasında bu davranışların arkasında yatan bedene duyulan nefret ele alınmaya çalışılır.

Peter Blos, Mahler'in yaklaşımından yola çıkarak ergenliği ikinci bireyselleşme süreci olarak tanımlar ve ergenin yeni nesne ilişkileri kurabilmesi için içselleştirdiği birincil nesneden kendini uzaklaştırması gerektiğinin altını çizer

Male, ergenlik krizini 10- 15 yaşları arasında yer alan erinlik krizi (erise pubertaire) ve 15 yaşından yirmili yaşlara kadar uzanan gençlik krizi (erise juvbıile) olarak ikiye ayırır. Erinlik krizi, bedenin değişmesi sonucunda Kendilik (soi) ve beden hakkında kaygıların ortaya çıktığı ve ilk cinsel deneyimlerin gerçekleştiği dönemdir. Bu krizin normal sınırları aşmasını erinlik uyumsuzluklan (dysharmonies pubertaires) olarak adlandırır. Burada söz konusu olan, ruhsal savunma düzeneklerinin dürtüsel uyanış karşısında yetersiz kalmasıdır. Gençlik krizi ise bireyselleşmenin duygusal ve zihinsel süreçlerini içeren, gencin özgün (original) olma çabası içinde olduğu bir dönem olarak tanımlanabilir.

psikiyatrinin 1950'li yıllardan itibaren psikiyatrik hastalıklar karşısında önleyici (prtventij) yaklaşımı ön plana alması sayılabilir. Özellikle şizofreninin ergenlik veya genç erişkinlik döneminde başlıyor olması, psikiyatrinin yaşamın bu dönemiyle yakından ilgilenmesi sonucunu doğurmuştur


Bugün de bir erişkinin analizine ergenlik krizinde kaldığı noktadan başladığı görüşü oldukça kabul gören bir tezdir. Artık, ergendeki çocuğa yönelmek yerine erişkindeki ergeni aramak söz konusudur

Klinik olarak birçok sınırda erişkin büyümemiş ergen görünümü verirler ve ergenlere özgü tutum ve davranışlarda bulunurlar. Psikodinamik açıdan ele alındığında da ergenler ve sınırda erişkinler arasında birçok benzerlik vardır. Benlik her ikisinde de zayıflamıştır ve kaygı ön plandadır. Benlik ergenlikte, artan dürtüsel baskılar karşısında zayıflar. Sınırda erişkinde ise dürtüsel doyumsuzluğun yarattığı yoksunluk ve ölüm dürtüsünün ortaya çıkması Benliği zayıflatır. Buna karşılık Üstbenlik gereğinden fazla güçlüdür. Aynı şekilde her ikisinde de benzer savunma düzenekleri ortaya çıkar: Ayırma (spliting) gibi arkaik savunma düzeneklerinin yanı sıra yansıtma, idealleştirme, yansıtmalı özdeşleşme, tümgüçlülük ve yadsımaya başvurulur. Bir başka ortak nokta, her ikisinde de narsisistik zayıflığın söz konusu olmasıdır. Ergenlikte bunun nedeni beden imgesinin zorunlu olarak değişmesi ve çocuksu nesnelerden vazgeçmenin yasıdır. Sınırda kişilikte ise ayırma ve yansıtma düzeneklerinin aşırı kullanımı narsisistik zayıflığa yol açar.

Psikanalitik bir çalışma yapılabilmesi için psikanalitik çerçevenin sağlam bir biçimde oluşturulması ön koşuldur. Oysa ergen psikanalizi uygulamalarında çerçeveyle ilgili çok önemli zorluklar ortaya çıkar. Ergenin kendi arzusuyla değil çoğunlukla annebabası tarafından getirilmesi, ergen yasal olgunluk yaşında olmadığında psikanalistin annebabaya karşı sorumlu olması, çoğu kez maddi bağımsızlığı olmayan ergenlerin seans ücretlerinin kendileri tarafından ödenmemesi, bunlar arasında sayılabilir.

Hatta psikanalistin temel tutumlarından biri olması gereken yansızlığın (neutralite) bile farklı bir şekilde tanımlanması zorunluluğu ortaya çıkar. Ergenlerle çalışan psikanalistlerin kendilerini kimi zaman pedagog, kimi zaman da psikiyatr konumunda bulmalarının nedeni budur

Ergen sıklıkla söylendiği gibi hem erişkin hem de çocuk değildir; ergen ne çocuk ne de erişkindir.


Ergenlerle yapılan her görüşmenin terapötik bir etkisi olacaktır. Ergen yeni ve değişik bir ilişkiye her zaman açıktır. Bu, klinisyende de sağaltıcı (terapötik) ilişkinin rahat kurulabileceği ve sağaltıcı gelişmenin büyük oranda bu ilişkiye bağlı olacağı duygusuna yol açar. Çünkü ergenle klinisyen etkileşimi daha ilk görüşmeden başlayarak yoğun ve hızlı gelişen bir aktarımsal bağın etkisi altına girmiştir. Bu yoğun aktarımsal bağ, sağaltıcı sürecin gereksinim duyduğu enerjiyi sağladığından olumludur

Genellikle annebabası ve çoğunlukla da onların zorlamasıyla gelir. Dolayısıyla ilk görüşme çoğu zaman oldukça gergin bir havada yapılır. Ergen orada isteği dışında bulunmaktan öfke duyar, hatta bunu dile de getirebilir. Bu öfke kimi zaman taşkın hareketler ve sözlerle, kimi zaman da tersine tam bir sessizlikle, yani ergenin konuşmayı reddetmesiyle ortaya çıkar. Bu gerginliği aşabilmek için genellikle görüşmenin iki etapta yapılması önerilir. Yani ergen önce annebabasıyla birlikte görülür, daha sonra onunla yalnız olarak görüşülür. Görüşmenin bu ilk bölümünde klinisyen annebabanın sorun ve yakınma olarak aktardıklarını dinlemek zorunda kalabilir. Çoğunlukla annebabanın talepleri sonucu gerçekleşen klinik görüşmede amaç, annebabanın aktardığı sorunların ve yakınmaların klinik anlamda bir belirti oluşturup oluşturmadığının saptanmasıdır. Klinisyen söz konusu sorun ve yakınmaların ne zaman ve nasıl başladığını öğrenmeye, şu anda var olduğu söylenen krizin ortaya çıkışının nedenlerini ve gelişimini saptamaya çalışmalıdır. Görüşmenin ergenle yalnız yapılan ikinci bölümünde ise annebabayı dinlemekte gösterilen sabır ergenden esirgenmemelidir. Ergenle yalnızca görüşmeyi gerektiren konular, yani sorunlar ve yakınmalar değil, ilgi alanları, bireysel ve grupsal etkinlikleri ve kısaca günlük yaşamının ayrıntıları da ele alınmalıdır. Ergenlik temelde bir bireyleşme süreci olduğuna göre, klinisyenin görüşmenin bir bölümünü ergenle yalnız yapması, bu sürecin farkında olduğunu, onu bir birey olarak gördüğünü ve buna saygı duyduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Görüşmenin her iki bölümünde de uyulması gereken en önemli
kural, klinisyenin ergen ve annebabası arasında aynı duygusal mesafeyi korumasıdır. Klinisyen taraf tutmak zorunda değildir. Amacı, hem ergenin hem de annebabanın gerginliklerini yatıştırmak ve eğer bir psikiyatrik sorun söz konusu ise buna çare bulmaya çalışmaktır

aktaracağı sırlar aile için yapılandırıcı bir özelliğe sahipse ergene aktarılmayabilir. Aynı şekilde ergenin klinisyenle paylaşacağı sırlar konusunda da sırrın sır olarak kalmasının yapılandırıcı ve öznelleştirici özelliği olduğu hatırlanmalıdır. Öznenin bir sırra sahip olabilmesi kendine ait bir ruhsallığa sahip olması anlamına gelir ki, bunun ergenlikteki karşılığı özerkleşmedir.

jean-jacques Rassial'ın dediği gibi, "ergenlikte zaman hızlanır." Geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceğinin farkına varılması, ergeni yazmaya iter. Günlük olaylan, yaşananları yazıya dökmek, birçok başka anlamlarının yanı sıra, bir "vakanüvis" yani tarih yazıcısı olarak kendi tarihini yazmanın yolunu açar

Günlük, şimdinin inkar edilemez kanıtı olarak bir yandan dünün yaşanmış olduğunu gösterir, öte yandan da yarının yaşanacağını. İşte bu nedenle, günlükler ve anı def terleri ergenliğin vazgeçilmez nesneleridir.

Psikanalizin konusu ise bireyin tarihidir ve elbette geçmişi yorumlamaktır. Yorumun amacı bugünü ve bugün var olan sorunu anlamlandırmaktır.

Psikanaliz geçmişi yorumlayarak ve bugünü anlamlandırarak,
ergenin kendini tarihlendirme sürecine yardımcı olur. "Ben kimim?" sorusunun yanıtına, sağaltım süreci içerisinde "Ben nereden geldim?" sorusunun yanıtının aranmasıyla kavuşulur

Ergen klinisyenleri, ergenin annebabasına yöneltilen, "Nasıl
bir bebekti?", "Ne zaman yürüdü, konuştu?" gibi basit soruların yanıtlarım bile ne denli dikkatle dinlediğini bilirler. "İstenen çocuk muydu?" ya da "İsminin anlamı nedir? " gibi simgesel ağırlığı olan soruların yanıtlarının, ergenin içinde bulunduğu psikopatolojik sorunsalı aydınlattığını ve hatta çözdüğünü de sıklıkla görürler

Sigmund Freud, bazı suçların ahlaki bilinç eksikliğinden
değil, suçluluk duygusu yüzünden gerçekleştirildiğini öne sürer.

Bu eylemler yasak oldukları için yapılmakta ve gerçekleştirilmeleri kişide ruhsal bir rahatlama yaratmaktadır. Nedeni belirsiz bir suçluluk duyulmakta ve suç işlendikten sonra gerilim azalmaktadır. Suçluluk duygusu böylece sınırlandınlmış da olmaktadır. Çelişkili gözükse de suçluluk duygusu suçun işlenmesinden
önce vardır, onun sonucu olarak ortaya çıkmaz. Aksine suç, suçluluk duygusu nedeniyle ortaya çıkmıştır. Suçluluk duygusunun suçtan önce var olduğu elbette başka belirtiler ve tepkilerle de gösterilebilir.
Burada üzerinde durulması gereken cezanın değil, eylemin rahatlama sağlamasıdır. Ortada suçun olmadığı bir suçluluk duygusu olduğundan, suçun işlenmesi suçluluk duygusunu bir nedene bağlamakta ve o nedenle rahatlama ortaya çıkmaktadır. Freud'un bu görüşleriyle, psikopatların suçluluk duymadığı savları geçerliliğini yitirmektedir. Ancak Freud'un bu konudaki düşünceleri suçluluk duygusunun bilinçdışı olduğunu saptamasıyla tamamlanacaktır.

Melanie Klein ise bu görüşleri daha da geliştirerek, suçlu çocuklarda Üstbenliğin zayıflığının ya da eksikliğinin değil, tam tersine katılığının ve güçlülüğünün söz konusu olduğunu belirtir

nevrozlular suçluluk duygusuyla boğuşurlarken, psikopatlarda bilinçli suçluluk duygusunun olmaması nasıl açıklanabilir?

Üstbenlik, insanı kimi zaman kendine, kimi zaman da çevresine karşı en acımasız suçları işlemeye iter. S. Freud'un belirttiği gibi, Üstbenliğe hakim olan ölüm dürtüsüdür. Öldürme ve özkıyım arzularının teşvikinin yam sıra, çok katı yasaklayıcı tutum kendini cezalandırma eylemlerine, sınırsız kendini koruma çabası da ruhsal ketlenmeye yol açar.

Kendini cezalandırma davranışıyla bilinçdışı suçluluk duygusunun yarattığı gerginliğin azaltılmasının yanı sıra, suçun adının konması da sağlanmış olmaktadır. Kişi gerçek bir suç işleyerek ve cezalandırılarak hem suçluluk duygusunun gerginliğini yatıştırmakta hem de bu bilinçdışı duyguyu somut ve gerçek bir şeye bağlayabilmektedir. Böylece suçluluk duygusu, suçun sonucu değil nedeni olmaktadır.

İlginçtir ki psikanalizde utanmadan ilk kez söz edilmesi ergenlikle ilgilidir

Utanmada bireyin sorumluluğu yokken, suçlulukta bireyin istencine bağlı olarak bir yasanın çiğnenmesi söz konusudur. Utanmadan suçluluk duygusuna geçiş, kirlenme ve lekelenme düşüncesinden ahlaki kusur ve suç bilincine geçilmesiyle olur. Utanma kişinin kendisiyle olan ilişkisinde yani narsisistik düzlemde ortaya çıkar. Utançta ötekinin bakışı ve bu bakışın ışığında bir eylemin ya da düşüncenin değil, varoluşun bizzat kendisinin eksikliği, yanlışlığı söz konusudur. Utanç böylece değerliliğin yanı sıra kimlik duygusuna da gönderme yapar

Narkissos bir su birikintisinin kenarından geçerken suyun yüzeyinden yansıyan kendi görüntüsünün büyüsüne kapılır ve kendini kucaklamak için suya atlar. Kendi bedeninde kaybolmak istemektedir ama onu bedeninin yansımasından ayıran ince bir su tabakası vardır. Bunu fark etmemiştir. Uğradığı felaketin nedeni kendine hayran olması değil, hayran olduğunun yansıması olduğunu fark etmemesidir.

S. Freud 1914 tarihli "Narsisizme Giriş" adlı yazısında nesne seçimine giden yolu şu şekilde açıklar: Birey narsisistik tipe uygun seçim yaptığında, ancak kendi olduğunu yani kendini, evvelden olduğu hali, olmak istediği hali, eskiden kendi parçası olan birini hatırlatanı seçer. Seçim anaklitik modele uygun yapıldığında ise onu besleyen kadını, onu koruyan erkeği ve onların yerine geçenleri seçer. Bu modeli ergenliğe uyguladığımızda ise ergenin nesne seçiminin, kendi olduğu haline (Kendilik İmgesine) veya olmak istediği hale (Benlik İdealine) ya da olması gerektiğini düşündüğü hale (otokritik) ve olmaması gereken hale (vicdan) bağlı olduğunu görürüz. Son ikisi Üstbenliğin gerektirdikleridir. İşte bu nedenle seçim yapmak zorunda olan ergen seçimi neye göre yapacağını ve yaptığı seçimin doğru olup olmadığını daima kendine soracaktır. Öyleyse "Ben normal miyim?" sorusunu sorduran Üst Benlik ve Benlik İdealidir.


Normallik sorusunun yanıtını bulmak için, "tüm tutumlar ve davranışlar belirli bir uyum içerisinde ortaya çıkar ve çatışma boyutu genel dengeyi bozmaz" görüşünden hareket eder. Ergenlik belki de bireyin kendisi hakkında en çok soru sorduğu, "Ben normal miyim?" sorusunun en çok sorulduğu dönemdir

Gelişim sırasında ve gerçek dünyayla iletişim arttıkça çocuksu
büyüklenmeci narsisizm giderek azalmaya başlar. Bu arada çocuk, ruhsal ve bedensel güçsüzlüğünün farkına varmaktadır. Yani libidonun nesnelere yönelmesinin nedeni yeni doğanın güçsüzlüğü, zayıflığıdır. Kendine olan aşkı, özsaygısı devam etse de zorunluluklar sonucu dış nesnelere yönelmelidir

S. Freud'a göre insanoğlu bir kez tattığı doyumu sürekli olarak
yeniden arar. İnsan çocukluğunda yaşadığı narsisistik doyumdan vazgeçemez, onu unutamaz. Yaşamı boyunca, kendine hedef olarak koyduğu ve ulaşmaya çalıştığı, ideal çocuklukta kaybettiği bu narsisizmin yinelenmesi olacaktır. Benlik İdeali kişinin kendini sevmesini sağlar. Kendine yönelik aşkı oluşturur. Özne kendini birincil narsisizm döneminde sevmiş olduğu gibi sevmeye çalışacaktır. Ancak öte yandan yine Benlik İdeali sayesinde ötekinin aşkım fethedecektir. İdeal arayışı nesne ilişkilerinde de ortaya çıkar. Nesnenin idealize edilmesi ona mükemmele özgü niteliklerin atfedilmesine yol açar. Aşık, aşk nesnesini kendinde gerçekleştiremediği idealin yerine koymak üzere seçer. Nesne, kendi narsisizmini doyurmak için, kendinde sahip olunması istenen ve nesnede olduğu düşünülen mükemmellikleri için seçilir. Nesne kendisi için değil, uyandırdığı arzu için değerlidir. Aşk tutkusu sırasında nesne, idealin yerine geçmiştir


Nesne ilişkilerinin giderek silinmesi ergen psikopatolojisinin özelliklerindendir. Erişkinde görülen sınır durumlar (borderline) bunun bir uzantısı sayılabilir.

Erişkin bir bedene sahip olmak bir süreçtir ama zorlu bir süreç. Üstelik ergen, bunu gerçekleştirmek için çocuksu bedenine veda etmek zorundadır. Çocuksu beden, ailevi imgelerle, arzularla, zorunluluklarla kurulan bağımlılık ilişkisinde yıllar boyu bir sigorta işlevi görmüştür ve annebabaya doğrudan göndermeyle oluşturulan ilk kimliği simgeler.

A. Birraux, ailevi ve toplumsal yönleri olan bu zorlu süreçte ergen ve bedeni arasındaki ilişkiden kaynaklanan bozuklukları birkaç klinik sorunsal çerçevesinde ele alır: bedenin kurutulması, atıl kılınması (anoreksia nervoza ve psikoz), bedenin saldırıya uğraması (risk davranışları ve özkıyım girişimleri), bedenin engellenmesi (çilecilik ve anlıksallaştırma), bedenin putlaştırılması (fobiler ve narsisistik bozukluklar) , bedenin yaralanması (fizik sakatlık ve hastalıklar) .

Dürtünün doyuma yönelmesi iç yasaklara karşı olacağından bastırılır. Elbette bastırılan bilinçdışında yaşamım sürdürür; düşlerde, dil sürçmelerinde, unutkanlıklarda, sakar eylemlerde geri döner. Bir diğer savunma düzeneği olan daha önce de sözünü ettiğimiz yadsıma ise özellikle bedensel değişikliklerin yadsınması olarak ortaya çıkar ve gerçeğin yadsınması olarak özneyi ikiye böler.

Bu noktada ergen "değişmemiş çocuk bedeni" düşlemini sürdürmeye uğraşır. Bunun için değişimi denetleyebildiğini ve kendisini erişkin hale sokacak olan tüm değişimleri durdurabileceğini düşler. Bedendeki değişimi ve ortaya çıkan cinsel betimlemeleri reddetmek bedeni kurutmak demektir. Bir anlamda beden öznesizleşir, özneden kurur. Beden psikotikleşir. İşte bu nedenle anoreksiya, ergenlik döneminde görülen bir beden patolojisi olarak değerlendirilebilir.

Peki neden özellikle yeme davranışı etkilenir? Yeme davranışı beden denetiminin, bedene sahip olmanın en ilkel, en eski dir. Aynı zamanda anne çocuk ilişkisinin ilk ve en önemli ve elbette en sorunlu alanıdır. İlk hayır eylemi, bebeğin kendisine uzanan memeye ağzını ters yöne çevirerek verdiği yanıttır. Anoreksik, bedeni zorlayarak gereksinimlerini, arzularını kontrol edeceğini, bu şekilde çatışmalarını çözeceğini düşünür.


Öte yanda yememek ve zayıf olmak demek, bedenin kadınsı biçimlerini yok etmek demektir. Şişmanlık ve özellikle karnın şişmanlığı gebeliği çağrıştırır ve o nedenle reddedilir. Adetler doğurabilme yetisini ve özellikle cinselliği hatırlattığı için istenmez olur. Böylece "kadınsı zaman" da reddedilmiş olur. Adetlerin kesilmesi bedenle ilgili tüm parçalanma, çürüme ve hatta ölüm düşlemlerinin de önüne set çeker. Adet kanı kötüdür, pistir, hastalıktır. Bu açıdan bakıldığında adetlerin kesilmesi hem zamanı hem de çürümeyi, bozulmayı durdurur. Bu anlamda kurutma ya da mumyalama, bir kendini sakınma işlevi görür. İç organlan kurutmak, mumyalamak onların varlığını yadsımayı gündeme getirir

Anoreksik kızlar asla erkeksi değildirler. Burada reddedilen kadınlık ve kadınsılıktan çok cinselliktir.

Winnicott, büyümek şiddettir, der. Yalnızca büyümek değil, yemek yemek de şiddettir. Yemek yemek içeri almak, parçalamak, öğütmek, sahip olmak anlamında ilk şiddet eylemidir. Büyümek şiddetse, değişmek acılıdır. Anoreksik şiddeti ve acıyı reddeden bir pasifisttir.


Profile Image for Eylem T.
53 reviews12 followers
January 4, 2018
Tekrarlar var ve psikanaliz kavramlarını bilmeyenler için anlaması oldukça zor bir kitap olmuş.
Profile Image for Burçin.
Author 10 books54 followers
June 23, 2019
Akademik bir kitap. Derleme olduğu için sık sık tekrara düşmüş. Oldukça fazla akademik ve mesleki terim var, bu yüzden alana yabancı okurları zorlayabilir
32 reviews
December 19, 2024
Yazarın, konferans ve seminerlerde yaptığı konuşmalardan derlenmiş bir kitap. Teknik ve ihtisas gerektiren tanımlar ve kavramlar var. Daha çok, bir profesyonelin el kitabı gibi.
Profile Image for Berk.
220 reviews
March 27, 2016
Bitti ama bu bir kitap analizi olmaktan çok bir okuyucu yakınması olacak.
Psikanalizle ilgili yoğun göndermeleri olan kitapları okuyorum okumasına ama kafam bir türlü almıyor bir türlü. Bir psikoloji öğrencisi olmama rağmen bu kavramları kabullenemiyor sindiremiyorum. Psikanalizcilerin olanları olduğu gibi ve hep olacağı gibi anlatma misyonlarina saygı duramıyor ve karşılarında duymaktan kendimi alamıyorum . Eşelemeye devam...
Displaying 1 - 9 of 9 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.