Yayınlandığı günden bu yana büyülü gerçekçiliğin ve modern Avrupa edebiyatının gizli başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Ekim: Uzun Pazar, benliğini adım adım yitiren bir adamın öyküsüdür. Kayıp giden yaşantısını kayıtsız, dingin bir su gibi izlerken istediği tek şey, zamanın ve kaderin girdabında boğulmamaktır. Artık hareket etmeyi de bırakarak bir çeşit uyuşukluğa, belki de Antik Yunan filozoflarının mutluluk diye adlandırdığı o edebi istirahate kavuşmayı bekler ve bu gündüz düşlerinin ortasında karşısındakiler ondan kim olmasını isterse ona dönüşerek, "yaşamaktan ziyade başkaları tarafından yaşanıp yaşanmadığını" sorgular durur.
Cortázar'ın "Okurken boğulacak gibi oldum, nefes almaya çabalarken, geçmişi gözlerinin önünden geçen, geleceğiyse un ufak olup küle ve sessizliğe bürünen, neredeyse ölmek üzere olan birinin yaşayacağı nostalji hissinin altında ezildim. Bu his saatlerce beni tutsak etti ve kral kanı taşıyan bir yazar keşfettiğim düşüncesiyle dehşete kapılarak dondum kaldım," satırlarıyla selamladığı Guy Vaes'ten, Ulysses'in, varlığını ardında en ufak iz bırakmamacasına ortadan kaldıran o hummalı, içsel yolculuğuna atıfta bulunan ödüllü bir mücevher...
"Ekim düşüş demektir. Baudelaire'in de korktuğu soğuk karanlıklara dalışın habercisidir. Benim gibi iflah olmaz bir tedirgine varlığın sarsılmasını, benliğin marazi bir şekilde çözülüp dağılmasını çağrıştırır."
Guy Vaes (1927–2012) was a Belgian author whose magic realist fiction also drew on modernist psychological investigation and on existentialist ideas of alienation. An accomplished photographer, Vaes was also a film critic for the Brussels magazine Spécial, and his reviews were published in 2007 as 111 Films: chroniques de cinema (1970–1983).
A strange, somnolent story with a pace akin to walking on the floor of a murky sea. Though the book is written in a richly detailed style, the exact nature and full manifestation of Laurent's unsettling dilemma remains obscured, to the benefit of the novel's overall effect. I can see why Cortazar liked this one.
“Ekim düşüş demektir. Baudelaire’in de korktuğu soğuk karanlıklara dalışın habercisidir. Benim gibi iflah olmaz bir tedirgine varlığın sarsılmasını, benliğin marazi bir şekilde çözülüp dağılmasını çağrıştırır.”
1956 yılında yazılan roman, ismini Guy Vaes’in yukarıdaki dizelerinden alıyor. Çekici ve huzursuz edici, her satırda yazarın dehasına övgüler düzdüğünüz ve aynı zamanda yarattığı anti kahramanın zihnine, içsel yolculuğuna, buğulu şekilde ilerleyen öyküsüne nasıl adlandırırsanız artık, lanet okuduğunuz bir yapıt. Laurent Carteras adlı gencin yavaş yavaş çevresinden kopuşu; arkadaşlarının zihninden, iş ortamından silinişini konu alan romanda Kafka’nın Gregor Samsa’sı akıllara geliyor. Ama onun aksine Laurent onu kim olarak görmek istiyorlarsa o kişi olmayı kabul ediyor. İnsanlara açıklama yapmaktan imtina etmesi onun gerçekliğini daha da silinir kılıyor. “Peki ya kendi kişiliği ne olmuştu? Cesedi bir çukur dibinde çürümekte miydi? Yoksa California istikametinde hareket eden bir kargo gemisinde iş mi bulmuştu? Bu soru cevapsız kalsa da kesin olan tek şey vardı: Başkalarının bilinci onunkini istila ediyor, elinde kalan tek şey olan hafızasını temellerinden kemiriyordu.”
Cortázar’ın eseri çok sevdiği ve “kral kanı taşıyan bir yazar keşfettiğim düşüncesiyle dehşete kapılarak dondum kaldım.” cümlelerini kurduğu bir eser için ben naçizane iyi ki bu özel eseri okudum diyorum. Herkese değil, huzurunu bozma pahasına edebiyatın zorlu yollarına girmekten çekinmeyen azınlığa tavsiyemdir♥️
Spontanément, pour l'agrément de lecture, je penchais vers trois étoiles, mais cette note ne fait pas complètement justice à un récit qui reste intelligent, recherché et fort bien écrit malgré quelques longueurs. Je monte donc à quatre, mais c'est plutôt un trois et demi. L'idée de départ, celle d'un personnage qui s'efface de sa propre vie au point de devenir invisible aux yeux de ses proches et tente tant bien que mal de se réinventer, est intéressante et offre certainement matière à réflexion et à analyse. La difficulté réside dans le fait que ce anti-héros mou et fade a quelque chose de franchement antipathique. Vu l'intrigue, on peut supposer qu'il s'agit d'un parti-pris assumé de la part de l'auteur et le choix est sans doute légitime… mais en tant que lecteur, on peine à s'intéresser au quotidien banal et au parcours perdu d'avance de ce quidam en carton-pâte, qui considère avec un même détachement ceux qui l'entourent et ce qui lui arrive. On sent que Guy Vaes a voulu faire de la Littérature avec un L majuscule en produisant une œuvre mûrement réfléchie, mais on peut se demander s'il n'est pas, finalement, passé à côté de quelque chose d'essentiel. Ceux pour qui le plaisir d'un roman peut être purement intellectuel s'y retrouveront peut-être. Personnellement, j'aurais sans doute apprécié la même intrigue au format "nouvelle", qui lui eût mieux convenu, mais c'est avec soulagement que j'ai terminé ces 350 pages de lecture sans émotion.