Edebiyatımızın gerçekçilik öncülerinden Sadri Ertem’in bu romanı, üzerinden geçen bir asra yakın zamana karşı hâlâ dimdik ayakta. Gelişen endüstriyel kapitalizmin fabrikasyon mamulleri bütün dünyanın olduğu gibi Anadolu’nun da en ücra şehirlerine, kasabalarına ve köylerine ulaşmaya başlamıştır fakat geleneksel yerli zanaatkârların zararına işleyecek şekilde. Fabrikalarda üretilmiş daha ucuz mallar, Osmanlı’nın yerli eşraf ve tüccarlarının dahil olduğu ticaret zincirleriyle her tarafı istila ederken, belli kesimlere servet üstüne servet ve itibar kazandırırken, çıkrıklarda tiftik kumaşı üreten zanaatkârlar devlet, zengin, tüccar ve pek tabii onlara kolaylık sağlayan molla ve softaların rehberliğinde bu düzene baş eğmeye zorlanmaktadır. Bu uğurda mezhep ve inanç farkları da kaşınır. Bu eser, sade dili ve akıcı anlatımıyla, Anadolu’daki bu değişimi ve mücadeleleri anlatıyor. Yayınevimiz, Çıkrıklar Durunca’yı tekrar gün yüzüne çıkarmaktan ve okuyucuya sunmaktan mutluluk duymaktadır.
Kitabın ilk yarısı adına uygun bir biçimde Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ithal tekstil ürünlerinin yerli üretime nasıl zarar verdiğini anlatsa da ikinci yarı daha çok eşkıyalık ve yerel direniş öyküsü olarak şekilleniyor. Bu kurgu içinde etnik ve mezhepsel kimliklerle ilgili çok örtük bazı referanslar olsa da kitap ne ekonomik dönüşümü ne de dönemin toplumsal çatışmalarını anlatmada derinleşmiyor. Yazar toplumsal gerçekçiler arasında yer alıyor, fakat bu türün ve anlatının güçlü isimleri kadar etki bırakmıyor. Bunun en önemli nedeni romanın kurgusunun çok fazla odak değiştiriyor olması.
Çıkrıklar Durunca ile ilgili yazılanları okuduğunuzda aklınızda ne tür bir şey canlandıysa okuduğunuz zaman o tür bir şeyle karşılaşmayacaksınız.
Benim beklentim tam olarak neydi emin değilim, herhalde bir tür ekonomik roman bekliyordum. Evet, üretim ilişkileri öykünün temel çıkış ve varış noktalarını oluşturuyor, sömürülenle sömürenin çelişkisi üzerine kurulu bir öykü, dolayısıyla Türk toplumsal romanının öncüsü olarak adlandırılması herhalde yanlış değil.
Bununla birlikte kitabı buna indirgemek de olanaklı değil. Çünkü bu yalnızca üretim ilişkilerine odaklanan bir toplumsal roman değil, her türlü çelişkiyi ve çatışmayı işleyen bir roman. Öykünün doğası ve gelişimi bakımından da oldukça şaşırtıcı, hatta tuhaf. Ne zaman "Hah, şimdi öykünün nereye gittiğini anladım" deseniz Sadri Ertem kitabı başka yerlere sürüklüyor. Ve kitap, öykü ilerledikçe hem tuhaflaşıyor, hem dallanıp budaklanıyor, hem de büyük oranda dağılıyor, savruluyor aslında.
Emperyalizmin Türkiye'yi yarı sömürge durumuna düşürmesine karşı yerli üreticinin geçim savaşını anlatan, sanayileşmiş emperyalist ekonomiyle ilkel taşra ekonomisinin çelişkisini, ağayla reaya arasındaki çelişkiyi işleyen bir roman. Buraya dek beklediğimiz, benzer örneklerini okuduğumuz da bir öykü anlaşılıyor. Oysa kitabın büyük bir bölümü neredeyse şamanistik özellik gösteren bir Alevi topluluğunun iki kadın "peygamberce" örgütlenip imparatorluğa karşı ayaklanmasına dayanıyor. Bu anlamda Sünni-Alevi çelişkisi de var, kadın-erkek çelişkisi ve çatışması da var, mistisizm-materyalizm çelişkisi de var. Ekonomik sömürüye karşı devlete ve ağalığa tepki duyan halkın hem bu ilişkileri yıkmak isteğiyle hem de mistik özellikleriyle üzerlerinde etki sahibi olan kadınların yönlendirmesiyle hızlı bir biçimde köktencileşmesine, dinsel ve ekonomik boyutları harmanlayan bir halk hareketine katılmasına tanık oluyoruz. Bu anlamda başka başka haklılık -meşruiyet- savlarının çelişkisini de okuyoruz. Elbette karakterlerin arasındaki kişisel çelişki ve çatışmalar da bir itici güç. Bir anlamda kitaba, 15-16. yüzyıllarda Osmanlı'ya karşı ayaklanmalar tarihinin halk bakımından bütün haklılık ve savruluşlarıyla birlikte bir 19. yüzyıl öyküsüne uyarlanması diyebiliriz belki.
Böyleyken, Çıkrıklar Durunca'ya toplumsal romanın öncüsü niteliğini yakıştırmak herhalde yanlış değil, ama yalnız ekonomik çelişkinin değil, her türlü çelişkinin romanı bu.
Peki, kitap iyi mi? Öncelikle Sadri Ertem'in dili oldukça iyi. Sözcük seçimi, tümce yapısı, anlatımı güçlü, açık ve oldukça Türkçe. Yayın yılı düşünülürse Sadri Ertem'in Türkçeyle ilgili özel bir kaygısının olduğu kavranabilir. İş olay örgüsüne, öykünün gelişimine ve kurguya gelince kitabın ilkelliği -ve belki Sadri Ertem'in de sınırlılıkları- ortaya çıkıyor. Bazı noktalarda öyküyü izlemek çok güçleşiyor, bazı yerlerde çok yavaşlayan öykü belli noktalarda çok hızlanıyor, sıklıkla yeni kişilerle karşı karşıya geliyor ve sıklıkla bu kişilerin öykülerinin yarım bırakıldığına tanık oluyoruz. Kitabın bir yerinde "Ya, bir Hasan vardı, ne oldu ona?" dememek çok güç.
Böyleyken Çıkrıklar Durunca önemli, öncü rol üstlenen ve oldukça ilginç, şaşırtıcı; roman tekniği bakımındansa ortalamanın çok da üzerine çıkamamış bir kitap.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Büyük beklenti ile başladım. Toplumcu gerçekçi romanları sevdiğimden, bizim ülkemizden çıkan bir romanı okumak için sabırsızlandım. Ne yazık ki beklediğim gibi olmadı. Bir yerde odak kaydı, konu dağıldı, yakalayamadım...