Kemal Sayar'dan bu defa bir öyküler demeti. Sağlam bir kurgu, ironik bir dil ve hayatın girdabında bocalayan insanlar. Rüyalar, gerçekler, tasavvufi göndermeler, psikanaliz, ironinin arasından yüzünü gösteren hikmetli sözler, ince bir duyuş gücü, çocukluk yaraları, yalnızlık, kalbe dönüş, aşk, postmodern savrulmalar eşliğinde yer yer fantastik öykülerle Otoyol Uykusu. Her dakika koşuşturma. Bitmeyen telaşe. Baş döndüren teknoloji. Gazeteler. Ritmik yaz şarkıları. Gece. Gündüz.
Ve uzakta belli belirsiz, tenha bir yol.
Tüm gördüklerimiz bir rüya olmasın sakın?
Baş döndürücü hız ve ego çağında ruhumuza birden batan iğnelerin bir sebebi olmalı. Kemal Sayar o sebebi bilgelikle yakalıyor, şair titizliğiyle işlediği kelimelerle tarif ediyor.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Kemal Sayar, uzmanlığını Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ana bilim dalında tamamlamıştır. Daha sonra sıra ile Vakıf Gureba Eğitim Hastanesi'nde ve Çorlu Asker Hastanesi'nde Psikiyatri Uzmanı olarak çalışmıştır. 28 Kasım 2000'de psikiyatri doçenti unvanı almıştır. 2000-2004 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Psikiyatri AD Öğretim Üyesi olmuştur. 2002 yılında McGill Üniversitesi'nde Tübitak araştırmacısı olarak ziyaretçi profesör ünvanıyla bulunmuş ve transkültürel psikiyatri ve psikosomatik tıp alanında araştırmalar yapmıştır. Daha sonra Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde dört yıla yakın bir süre başhekim yardımcısı ve 13. Psikiyatri Kliniği Şefi, dört aylık bir süre de (vekil) başhekim olarak çalışmıştır. 2008 yılında profesör olarak Fatih Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine başlamış ve üç yıl sonra Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'na geçmiştir. Halen Marmara Üniversitesi'nde öğretim üyesidir.
Çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yapmış, Açık Radyo'da ve daha sonra Star televizyonunda Ruhun Labirentleri isimli bir programı hazırlamış ve sunmuştur.TRT'de İnsanlık Hali adlı programı bir yıl yapmıştır. Yirminin üzerinde kitabı olan Sayar, edebiyatla da yakından ilgilenmektedir.
Kemal Sayar hikaye gibi şiir yazacağına şiir gibi hikaye yazmış ve iyi ki de öyle yapmış. Hayatın boşluğunda savrulup giden insanları; şiirsel, zaman zaman da ironik bir dille öykülerine misafir etmiş. Huzur veren bir akıcılığı var… Akıntıya kapılıp gerçekle rüyanın kesiştiği, ironiyle hakikatin sert yüzünü gösterdiği, çocukluk hatıralarının ortaya çıkardığı kabuğu sıyrılmış yaralar, insanın tüm hücrelerinde hissettiği bir yalnızlık, yer yer tasavvufi göndermeler ve biraz da psikanaliz (psikiyatristtir kendileri) ile kendi dünyanızdaki yolculuğunuzda kısa bir mola vermenizi sağlayacak müthiş bir kitap.
Kısacık öykülerle insanın içini ısıtmakla kalmıyor, bazen kalbinizi acıtsa da huzurlu bir dinginlik sağlıyor. O nedenle benim için bir kitaptan daha fazlası. İlk olarak 2013’te okumuştum ama kaybedince son Türkiye ziyaretimde yeniden edinmiştim. Bugün birkaç sayfa okuyayım derken tamamını okurken bulduğum kendimi.
Birazdan birkaç alıntı paylaşacağım ilaç niyetine. Spoiler olabileceğini düşünenlerin devam etmemesini öneririrken şahsen spoiler olduğunu düşünmediğim için açıkça paylaşmakta beis görmedim.
"Bruce bunu anlamıyordu, uçsuz bucaksız şu yeryüzünde insanlar neden yalnız kalmaktan korkar ve sığır sürüleri gibi emniyeti birbirlerine sokulmakta bulurlardı?
İş ki, sessizce kaybolmayı becerebilmekte. Uyuyan hiç bir canlıyı uyandırmadan, kuşları rüyalarından seslendirmeden… Birden!"
Kitapta “Bir Uykuyu Cananla” isimli bir öyküsü vardır ki enfestir. İsmini Yahya Kemal’in Vuslat isimli şiirin ilk sözcüklerinden alır… Aşağıdaki cümle ile başlar sonrası akar gider...
“Sıvı, akışkan bir karanlık giderek genişleyip üreyerek yüreğimin çeperlerine yapışıyor, yo kaçmak imkansız, iyisi arka bahçeye sığınmak, arka bahçenin o eğri büğrü aşmasına tırmanarak seksek oynayan çocukları seyretmek, ilk gençliğimin o yoksul açılan gökyüzüne savrulan kırlangıçlar gibi üşüşüyorlar zihnime, nerdeyim ben, yo o korkunç hastanelerin ıslak kokusu değil bu koku…”
Beni en çok etkileyen yerlerden birisi de “Terk-i Terk” isimli öyküdür:
“Yenilmek hayatın arka sokaklarında sessizce kaybolmayı becerememek değilse nedir? Kişinin kendisiyle yüzleşmesi var olmanın o eşsiz bunaltısını arttırmaktan başka ne işe yarar ki? Ruhun sıfası teslimiyettedir…”
“Aşkın da, asksizliğin da zehirli bir kimyası var ve ikindinin usulca martılara dokunduğu şu zamanda, umarsızca geçip giden mevsimlerin söylediği bir şey var: 'Kalp fenerini söndürme.’ eve dönmek için ona ihtiyacın var’”
“Sesimi bana çağır. Ölümün renkleri nedir? Siyah… belki sarı. ben bütün hayatlardan geri kaldım doktor bey. ilaçlarınız, şoklarınız düzeltmiyor karnemdeki kırıkları. ben aşk-i bekâlardan sınıfta kaldım. ve onların yüreğinde ne merhamet, ne aşklar. bilmiyorlar onlar kalbi kırık bir çocuğun tarihi nerden başlar.”
Günümüz insanına dair enfes bir tespit:
“Bu dünyaya hırslı abanan insanlar görüyor, şişmiş benlikler; onları hep mutlu ve kendinden emin görüyor.Onlar fotoğrafta çıkmayı seviyorlar, ekranın bir ucundan görünmeyi, gazetenin bir köşesini işgal etmeyi seviyorlar. Belki de bu insanlar kalabalıktan aldığı besinle ayakta duruyor, o yüzden fotoğrafta mutlu ve mutmain bir aile babası gibi duruyorlar.”
ve son olarak menzil niyetine:
“Güzergahlarını kendilerine menzil kılanlar ne mutludur!”
Bu kitapta efsunlu cumleler var! Puslu kitalardan ruyalar, bilinmeyen lehcelerden derlenip itinayla dilimize cevrilmis dingin dunyalar var...
Bir yani kendinizi, fikirlerinizi sorgulatan kildan ince, kilictan keskin cumlelerken diger yani icinize huzur tohumlari ekmekle kalmayip onlari buyutmeniz icin ip uclari veren hikayeler ozetle... Bazen olumu dusunduren bazen de hayatın guzelliklerini fısıldayan gizler icinde bir yolculuk "Otoyol Uykusu" Delilik le dahilik sınırlarında zeka eseri bir yapıt.
Gelelim alıntılarıma:
#1 "Sıradan insanların saadetine muhtacız."
#2 "İnsan belleği bataklık gibi. Yıllar önce karanlık diplerin emdiği hatıraları günü geliyor güneşe tutuyor, adeta kusuyor onları. Ve mazi, çıplak ayakla istikbale yürürken derinizi dalayan ısırgan otlarını andırıyor. Sizi bu yürüyüşten ısrarla alıkoymak istiyor. Yapışıp kendi cehenneminin alevlerinde sizi kavurmak pahasına, cennet ağaçlarına bir yön arayan gövdenizi engellemek arzusunda...
#3 O konuşurken, Bruce bir kuş sürüsünün sıcak ülkelerden kalkıp yüreğinin yamaçlarına indiğini hissediyor ve bunun anlamının sözlüklerde dostluk kelimesinin altında aranabileceğini düşünüyordu..." (Ne güzel dostluk tanımı.)
#4 "Hakikati arayanlar" diye mırıldandı, onun dehlizlerinde kaybolmayı göze almalıdırlar..."
#6 "Kalb fenerini söndürme" eve dönmek için ona ihtiyacın var..." (Terk-i Terk)
#7 Gece ki celladıdır ağustos böceklerinin, ağaç diplerine gizlenmiş yeminlerin kahırlı öyküsüdür, uykuların düşe durduğu bir atlas ülkedir, çocukluğumdur, adı hicrandır, adı hüzün... (Bir Uykuyu Cananla)
#8 Ömrüm. Serin sakin sularında senin, yoruldum. Nicedir verdiğin acıların ve tepemde duran o gökyüzünün hamalı oldum. Ah, o kudsi hadisi okudum da duruldum: "Dehre sövmeyin, çünkü Dehr benim." Çoğaldım ve seyreldim. Alçaldım ve yükseldim. Dilime doladım da o şiiri, sildiğim yüzlere hep yineledim: "Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım/Siz beni anlarsınız siz." (Gökyüzünde Kuşlar Var)
#9 Evlenip de evsiz kaldığımda, sevipde aşksız kaldığımda anladım bir guguk kuşu olduğumu, yıllar sonra öğrendim ki guguk kuşları yuva yapmazdı...
Farklı bir yazarın, kendine has kaleminden dökülen şiir tadında hikayeleri okumak için çok geç kalmayın.
Ve özel teşekkür: @Huzeyfe , sen olmasan ne yazarı ne dedeğerli kitabını tanıma sansim olmayacakti. Teşekkür ederim canı gönülden...
Sayar genelde deneme kitabı yazıyor, öykü türünde nasıl bir iş çıkaracağını merak etmiştim. Otobüste başladım, bitirdim kitabı. Uzun değil, öyküler de akıcı. Son öykü olan Tamircinin Çırağı en sevdiğim öykü oldu. Öykülerin çoğu sanırım hepsi gerçeğe dayanan öyküler, yazar kendi tarzı ile harmanlayıp sunmuş, iyi de olmuş ancak Sayar'ın deneme kitaplarını daha çok seviyorum.
Şurası bir hakikat ki her insana farklı bir hayat musallat olur. Bu dünya ona aldanana musibet olur.
Kısacık 1-10 sayfalık hikayeler var kitapta. Ama bazı cümleler o kadar büyük ki.. Bir cümle ile milyon tane durumun/duygunun içinden bir tanesi net, eksiksiz, en derininden nasıl tarif edilir bu kitapta örneklendirilmiş. Asıl uzmanlık alanı psikoloji olmasının elbetteki gözlemleme, en ince detayını anlama, analiz etme konusunda büyük katkısı vardır. Fakat kelime seçimi, anlatımı, hissettirdikleri yönüyle de ben çok beğendim. Çocuk olup bisiklete de bindim, guguk kuşu gibi evsiz de hissettim, yenilip hayatın arka sokaklarında kaybolmayı becerememeyi de.. Kullanılan kelimelerin bazılarının günümüzde aktif kullanmamasının dil zenginliğimizi, mana inceliğini kaybettiğimizi düşündürdü. Güzeldi, beğendim.
hem şiirdir, hem öykü biraz. madam tonuyla devam eden yazı harikadır. hele "biz şarklılar" derken kelimelerin utançtan kızarışı aklımdan çıkmaz. Kemal Sayar'ın ilk okuduğum kitabı. vadiye doğru yerden bir giriş.. sıra ırmakta yüzmede...
Genel olarak güzel bir kitaptı. Hikâyeler özellikle dil ve anlatım olarak çok hoştu. Bazı hikâyelerde biraz daha olay aradım, biraz daha uzasaydı diye düşündüm. Yazar “yağmur” mefhumunu sık kullanmıştı. “Biraz yağmur kimseyi incitmez,”den de dolayı galiba yazar yağmuru seviyor, diye düşündüm:) En sevdiğim hikâye Bir Uykuyu Cananla hikâyesiydi. Çocuk diliyle yazılmış yetişkin hikâyelerini sediğim içindir belki. Onun dışında Bruce’un Rüyası, Kır Çiçekleri Ölür, Senihâ, Üç Kıyamet, Tamirci Çırağı.
"☆ Yağmurun sesini dinle.. ☆ Şurası bir hakikat ki, her insana farklı bir hayat musallat olur. Bu dünya ona aldanana musibet olur.. ☆ Gençlik bilse, ihtiyarlık yapabilirse.."