Set in the days of civilization's collapse, Station Eleven tells the story of a Hollywood star, his would-be savior, and a nomadic group of actors roaming the scattered outposts of the Great Lakes region, risking everything for art and humanity.
One snowy night a famous Hollywood actor slumps over and dies onstage during a production of King Lear. Hours later, the world as we know it begins to dissolve. Moving back and forth in time—from the actor's early days as a film star to fifteen years in the future, when a theater troupe known as the Traveling Symphony roams the wasteland of what remains—this suspenseful, elegiac, spellbinding novel charts the strange twists of fate that connect five people: the actor, the man who tried to save him, the actor's first wife, his oldest friend, and a young actress with the Traveling Symphony, caught in the crosshairs of a dangerous self-proclaimed prophet.
Emily St. John Mandel was born and raised on the west coast of British Columbia, Canada. She studied contemporary dance at the School of Toronto Dance Theatre and lived briefly in Montreal before relocating to New York.
She is the author of five novels, including The Glass Hotel (spring 2020) and Station Eleven (2014.) Station Eleven was a finalist for a National Book Award and the PEN/Faulkner Award, won the Morning News Tournament of Books, and has been translated into 34 languages. She lives in NYC with her husband and daughter.
Bu kitabı bu kadar kim şişirdi ? İçinde bilim-kurgu namına neredeyse hiçbir şey yok. Daha öncede dediğim gibi "Dünyada salgın olmuş, nüfusun %99'u ölmüş, medeniyet yıkılmış. Sen bana flütü kimin çaldığını, gitarı kimin tıngırdattığını anlatıyorsun."
Ana karakterlerden birinin adı ARTHUR, diğerinin adı CLARKE, bir tane de CHARLES diye yan karakter var. Arhur C. Clarke ödülünü almak bu kadar kolay mı? Bu kitaba bu ödülü vermek bilim-kurguya ihanettir.
Pandemi sürecinden yıllar evvel benzer bir tabloyu başarıyla tasvir etme, apokalips bir dünyanın kurgusu, son derece büyük başarı kazanmış bir kitap, gencecik bir yazar, uluslararası çok satan, ödüller; gerçekten son derece doğal, sade, çok akıcı ve güzel bir dille anlatılmış. Dramatik yapı, denge pek başarılı. Günde en az 60-70 sayfa okudum. Bu kitabın bir diğer önemi kitabı öneren dost, yazar: Göktuğ (Canbaba). Yine nokta vuruş...
Hiç abartmıyorum; her sayfasında "Abla Allah aşkına sen ne anlatıyorsun?" deyip durduğum garip, anlaşılmaz bir kitaptı. Bu kitaba bilimkurgu demek; "Space Odyssey", "Old Man's War", "Dune" serilerine ve daha bir çok harika kitaba çok büyük hakaret oluyor.
Konu çok güzeldi ancak maalesef hafife alınarak şlenmişti. Böylesi önemli bir konu ve geride kalan insanların üzerindeki etkisi, yaşamak için verdikleri savaş hep havada kalmış işlenmemiş. Senfoniciler nasıl geçinir, ne yer ne içer? Bittiğine çok sevindim.
öykü ölümcül bir grip virüsünün dünya nüfusunun %99unu yok ettiği bir muhtemel gelecekte geçiyor. kısa sürede seyrelen insan popülasyonu yaklaşık 1 ay içerisinde tüm lükslerinden oluyor. başlangıçta panik, kaos, yağmacılık ve rastgele öldürme gibi şiddet eylemleri toplum düzenine hakim oluyor. sonrasında geride kalanlar buldukları güvenli bölgelerde yerleşmeyi tercih ettiği ve silahları elinde bulunduranların cephaneleri bittiği için ortama barış iklimi yayılıyor. konu olarak çok ilginç miydi? hayır. buna benzer romanlar, öyküler, filmler ve diziler mevcut. kitabın geneli yavaş ilerleyip son 60-70 sayfada hızlanarak ana karakterler arasında bağlar kuruluyor, ancak bu bağlar bana pek de kuvvetli gelmediğinden olsa gerek, etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. karakterlerin duyguları yeterince verilmemiş ya da karakter olarak inandırıcılıkları düşük. sanki her şey havada, adeta gişe filmi izler gibiyim. kitap daha uzun ve sürükleyici bir kitabın özeti gibi. tabii belki bu çeviriden de kaynaklanıyor olabilir. bir de mesela kitabın sonuna yaklaşırken aslında gerilim dozu fazla olması gereken ama -maalesef- tahmin edilebilirliği oldukça yüksek olduğundan hiçbir gerilim yaratmayan durumlar/olaylar var. kitapla ilgili aklımda oluşan sorulardan biri salgından 20 yıl sonra hala neden elektriğin olmadığı. kütüphaneler kitap doluyken, tüm santraller çalıştırılabilir durumdayken neden kimse elektrik elde edip kullanmak gereği duymuyor? ya da grip salgınından yalnızca 2 yıl sonra bir insan ayağına paslı çivi battığı için tetanostan nasıl ölebiliyor? eczanede ya da ilaç depolarındaki ilaçların bir anda son kullanım tarihleri geçti, etrafta hiç mi farmakoloji kitabı yok ya da bir şifacı, bir şaman, bir ender saraç... iyi bir distopya ama en iyilerinden değil. eğer etkileyiciyse böyle bir salgın senaryosunun gerçek olma ihtimalinin kuvveti yüzünden etkileyici. yoksa karakterlerimizin vardıkları yere ilerlerken neler çektiklerini asgari düzeyde dahi bilemiyoruz; travmaları çözülüp bizi aydınlatmıyor.
Covid-19 salgını sürecinde bir pandemi sonrası dünya hikayesi okumak mı?
Müthiş bir hikaye ve olay örgüsü. Altı karakter ve onların çakışan hikayesi anlatılıyor kitapta. Bu altı farklı karakterin birer birer öyküsünü okuyoruz kitapta ve bu karakterlerin birbirlerine dokunan hikayelerini. Bu güzel olay örgüsüne birde pandemi sonrası bir dünya ve onun çok detaylı olmayan bir resmini çizmiş yazar.
Kitapta okuduğumuz salgının adı Gürcistan Gribi ve öldürücülük oranı yüzde 99. Günümüzde yaşadığımız salgın senaryosu ile karşılaştırılınca biraz abartılı duruyor fakat yinede kitabı okurken kötü bir gelecek öngürüsü ile karşılalabilir okur. Kitabı bu dönemde okumak ayrı bir zevkli olacaktır kesinlikle.
Her best seller gibi okunmayacak basitlik ve düşük zeka seviyesinde. Kitabın konusunun kısa bir tanıtımını okuyup satın aldım. Üstündeki "uluslararası çok satan" ibaresini gördüğümde artık çok geçti. Yine de şans verip okudum ama sizleri uyarıyorum, çok ama çok basit. Post apokaliptik bir dünya okumayı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Kitabın %70'inde bir aktörün magazinsel hayatını okuyacaksınız. Benim gibi araştırma yapmadan okumak isteyenler pişman olacaktır.
hani kitabı o kadar öve öve bitiremediler ki, sonucun bu olmasını beklemezdim. tüm o yorumlar olmasa belki puanım 4 olurdu ama bu kadar yükseldiğim bir romanın çok da etkileyici çıkmamas�� beni yıktı. kötü değil, hatta çizilen dünya güzel de anlatılmış ama yine de çok çarpıcı şeyler çıkmadı karşıma ya da ben anlayamadım. bu kadar insanın bir bildiği vardır diye düşünüyorum.
Yılın ilk nefret ettiğim kitabını bitirdim. Bitirmek 1 yılımı aldı. Düzensiz, anlamsız ve saçma bir kitaptı. Karakterlerlr zerre bağlantı kurdurmadan ve herhangi bir olay oluşturmadan 300 küsür sayfa okuttu. Neden ödül aldığını anlamadım.
Beğenemedim, sevemedim ama çok daha güzel, heyecanlı olabilirdi. Okumamış olanlar bundan sonra devam etmesin,
Uçağı daha heyecan verici kullanabilir, Işıkları daha güzel anlatabilir, harika bir eser çıkarabilirdi. Ölümle başlayıp, ölümle bitirdi. Bence olmamış. Limonsuz-yağsız salata, şerbetsiz Kemalpaşa Tatlısı olmuş :)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Olay örgüsü üzerinden yürüyen bir kitap değil. Karakter çalışması gibi. Duygusal bir dili var. Uygarlığın çöküşünün hayatta kalan insanlar için ne anlama geldiğini yazar çok güzel anlatmış.