Jump to ratings and reviews
Rate this book

Suyu Arayan Adam

Rate this book
Bu kitap, ilkokul öğretmeni olarak yetişmek üzereyken, Birinci Dünya Harbinde savaşa katılan ve sonra Büyük Turan'ı kurmak yolunda Kafkas, Hazer ülkelerine koşan bir Türk gencinin hikayesidir. Yazar, Rusya'da tahsilini tamamlayarak memeleketine dönmüş, hayatın acı ve tatlı çeşitli olaylarını yaşamıştır...

"Suyu Arayan Adam"da yüzyılımızın, Avrupa'dan Çin'e ve Himalayalara kadar uzanan çeşitli problemlerini de bulacaksınız.

408 pages, Paperback

First published January 1, 1959

222 people are currently reading
2607 people want to read

About the author

Şevket Süreyya Aydemir

21 books109 followers
Şevket Süreyya Aydemir was a Turkish writer, intellectual, economist, historian, and one of the founders, publisher and a key theorist of Kadro ("Cadre"), an influential left-wing political journal published in Turkey from 1932 to 1934.

Aydemir was a prolific writer. His most famous work was İnkılap ve Kadro ("Revolution and the Cadre"), published in 1932, where he outlined his theory of political economy presented in the Kadro journal. He published his memoirs, Suyu Arayan Adam ("The Man Searching for Water") in 1959. Between 1963 and 1965, he published Tek Adam ("The Single Man"), a three volume tome on Mustafa Kemal Atatürk. He also published a biography of İsmet İnönü titled Ikinci Adam ("The Second Man").

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
758 (54%)
4 stars
458 (33%)
3 stars
130 (9%)
2 stars
33 (2%)
1 star
6 (<1%)
Displaying 1 - 30 of 138 reviews
Profile Image for Caterina.
1,210 reviews62 followers
October 8, 2017
Bir yangınla başladı her şey; bir insan hayatına, onunla birlikte yaşarmışcasına dahil olmanın heyecanıyla devam etti. Yaşamımız boyunca geçirdiğimiz değişikliklerin neyiz, ne olacağız sorusunun cevabına vereceğimiz yanıt oldu. Devrimlere ve ittihatçılara, diğer siyasi akımlara daha yapıcı yaklaşabiliyorsam bu eser sayesindedir.

Bu kitaptan sonra Şevket Süreyya Aydemir eserlerine daha güvenle yaklaşacağım. Son olarak dipnotlar çok doyurucuydu.

Mutlaka okuyun!
Profile Image for Levent Pekcan.
198 reviews619 followers
July 30, 2023
Okuması uzun ve çileli oldu. Tarihsel içeriği açısından olumsuz bir şey söylemek imkansız, kitap üzerine çok az şey yazılan bir dönemi ve coğrafyaları anlatıyor, belki bir belge niteliği taşıyor. Lakin, okunacak bir malzeme olarak baktığımda sıkıcı ve kopuk kopuk bir anlatım olduğunu düşünüyorum. Arada çok ilginç, mutlaka öğrenilmesi gereken bilgiler içerirken, mesela konunun dönüp dolaşıp sürekli Enver Paşa'ya gelmesi okuru bayağı yoruyor ve sanki metin hiç ilerlemiyormuş hissi veriyor. Tarih, Türkiye tarihi, Türkçülük vs konularla ilgili herkesin okuması şart bir kitap olarak görüyorum, ancak sadece bir okumalık arıyorsanız, size göre değil.
Profile Image for Baris Ozyurt.
919 reviews31 followers
August 14, 2019
“Yaz sonuna doğru, alayın makineli tüfek bölüğüne geçtim. Bu bölük, o sıralarda ihtiyatta olduğu için, askerleri siper dışında ve başka cephelerinden de tanımak imkânını buldum. İlk işim, talim saatlarından başka bir de ders saatları ayırmak oldu. O sıralarda savaş biraz tavsamıştı. Bölüklerin mevcudu, arkadan gelen yeni kuralarla artırılıyordu. Bugün ordunun bilgi yapısında, Birinci Dünya Harbindeki Osmanlı ordusuna bakarak çok şeyler değişmiştir. Fakat o vakit, örneğin bizim bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen kimse yoktu. Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktur.

Derse başlarken İstanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. Sonra da askerlere sordum:

- Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?

Hep birden :

- Elhamdülillâh Müslümanız,

diye cevap vereceklerini sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi, ‘İmamı âzam dinindeniz’ dedi. Kimisi ‘Hazreti Ali dinindeniz’ dedi. Kimisi de hiç bir din tayin edemedi. Arada:

- İslâmız

diyenler de çıktı ama;

- Peygamberimiz kimdir?

deyince, onlar da pusulayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi:

- Peygamberimiz Enver Paşadır!

dedi. İçlerinden peygamber adını duymuş olan birkaçına da;

- Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü?

deyince, iş gene çatallaştı. Herkes aklına gelen cevabı veriyordu. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. Fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu. yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.

Peygamberimiz sağdır diyenlere:

- O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur,

diye sordum. Cevaplar tekrar karıştı. O’nu İstanbul’da, Şam’da; yahut Mekke’de yaşatanlar oldu. Hiç bir yer tayin edemeyenler daha çoktu. Peygamber ölmüştür diyenlere de:

- Peygamberimiz ne kadar zaman evvel öldü?

denildiği zaman, bu sefer onlar şaşırdılar. Yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, vakit tayin edemiyorlardı.

Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de din ilkelerini, ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu. Namaz kılan, bir iki kişi çıktı. Fakat onların da hiç biri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar. Sonra:

- Köyünde cami olanlar ayağa kalksın,

dedim. Gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. Fakat onlar da bayramlarda, cumalarda âdet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. Bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından Kur’an ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. Ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu.

İlk ders beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil; hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.

- Biz hangi milletteniz?

deyince, her kafadan bir ses çıktı.

- Biz Türk değil miyiz?

deyince de hemen:

- Estağfurullah!..

diye karşılık verdiler. Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk’tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi. Fakat ne çare ki, bu ‘Biz Türk değil miyiz?’ diye sorunca, ‘Estağfurullah’ diye cevap verenlerin görüşüne göre, ‘Türk demek, Kızılbaş demekti.’ Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. Ama onu her halde, kötü bir şey sayıyorlardı. Yahut belki de aslında kendileri Kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.

Anadolu’da vaktiyle binlerce, on binlerce insan Kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. Gerçi bu öldürülenler hakikî saf Türk aşiretler halkı, Oğuz Türkleriydiler. Demek ki korku hâlâ yaşıyordu...

Dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandanı ve onun vekilini de bilmemektedir.

Hele iş, vatan bahsine dönünce, büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı.”(s.86)
Profile Image for Seher Andaç.
345 reviews33 followers
November 25, 2021
19. Yüzyılda başlayıp 20. yüzyılda biten bir hayat hikayesini; dönemlerin düşünce dünyasındaki değişikliklerini, savaş ortamı dahil yazarın kendisinde nasıl değişimlere yol açtığını akıcı bir şekilde okumuş oldum.
Okurken Kadın, Komünizm, Atatürk, Nazım Hikmet gibi başlıklara mesafeli bir duruş sergilediğini düşünmüştüm. Bitirince bunun bilinçli bir tercih olduğunu fark ettim ve bunu bir başlık hariç oldukça olumlu buldum. Sonuçta bu yazarın kendi hayat hikayesiydi. Kaçan ayar spekülasyon ve suçlamalara sebep olabilirdi. Kadın konusu hariç.
Her dönemin kadın aktivistleri mevcutken bir tanesinin bile adının geçmemesi dikkat çekiciydi.
Sayfa 197-198’de 10 Eylül 1920’de Bakü’de yapılan, Türkiye Komünist Fırkası’nın ilk kongresi anlatılıyor. Kadın meselesi konusunda endişe var. “… Kadınların mahremiyetine halel gelmemesi için, apartuman misullu kapıları müşterek ikametgâhlar yerine, her ailenin işleyeceği kapının ayrı olacağı evler “ mevzusu zapta geçiriliyor.
….
Otobiyografiler kıymetli. Okumakta da öyle. Kitabı bir halk kütüphanesinden alıp okudum; bu benim için çok önemli. Toplumsal müştereklere sahip çıkmak, hissettiğim bu.
….
Son cümlesinin bugünü özetlediğini düşündüğüm bir paragrafı paylaşmak istiyorum:
“ İnkılâbımızın mana ve mahiyetini, çeşitli anlayışlardan, hele birbirine zıt görüşlerden kurtararak, ona tarih içinde yerini vermeliydi. Bu, Türk aydınının, kendini inkılâba veren her duygulu Türk’ün görevi olsa gerekti. Yani bize, bütün tarihi ve teorik şartlarıyla işlenmiş bir inkılâp ideolojisi, bir inkılâp doktrini ve bunlara dayanan bir inkılâp heyecanı lazımdı. Yoksa her şeyin bir süre sonra halsizleşmesi mümkündü. Bir süre sonra, bütün hamlelerin gevşemesi, bütün fütuhatın kolaylıkla inkâr edilmesi ve nihayet ya gericiliğin yahut da kozmopolit ve müsrif bir oligarşinin, bir para hiyerarşisinin, şüpheli ellerde bir din ticaretinin her şeyi soysuzlaştırması akla gelebilirdi. “
Profile Image for Doğan.
204 reviews13 followers
November 2, 2020
Bu kadar dolu dolu yaşayıp bunu, sıkıcı bir şekilde anlatmak yetenek ister. Tebrikler sayın Aydemir.

Ayrıca bu kitap altmış yıldır basılıyor. Bilmem kaçıncı baskıyı görmüş ancak kitap yazım/basım hataları ile dolu. Sana da ayrıca tebrikler Remzi Kitapevi.
Profile Image for Caner Sahin.
127 reviews9 followers
January 30, 2020
Hem otobiyografik hem de gelecek nesiller için tam bir klasik eser. Bir tarih sayfalar içinde.
Profile Image for Ay*.
75 reviews12 followers
April 14, 2024
Bir roman gibi okumanın ötesinde farklı bir anlatım tarzıyla tarihi gözler önüne seriyor Aydemir. Yer yer cephelerde yer alan, Türkçülük akımının yayılmasını hedefleyen, farklı ülkelerin yaşamlarını (özellikle Rusya) ve siyasi ideolojilerini inceleyen ve bunları okura sunarken anlaşılır bir dil seçiyor Aydemir. Roman okur gibi başladıysam da bunun öyle bir kitap olmadığını, içinde hikaye aramaktan çok Türk tarihini, Türk halkının yaşamını, Anadoluyu ve Türkçülükten sonra Rusya’da sosyalizme kayan ilgisinin altında yatan sebepleri anlamaya çalıştım. Sürekli bir arayış içinde aslında yazar, cumhuriyet yıllarını, Atatürk’ün ilkelerini, kurdukları Kadroyu ve aldıkları eleştirileri -günümüz Türkiye’deki gibi çalkantılı siyasi eleştirileri- görebiliyoruz. Farklı ülkeleri gezerek, farklı ideolojileri de anlamaya çalışarak kendini arama girişimleri emeklilik hayatıyla son buluyor. Kitabın bitiş tarzı mı, bitmesi mi benim içimi buruk yaptı bilmiyorum fakat çok donanımlı bir kitap, bir çırpıda okumaktansa yer yer notlar alarak, hatta araştırmalara yönelerek çarpmaz okumalar yaparak okunmasını doğru buluyorum. Bir gün yeniden bu kitabı okumak isterim, Aydemir’in diğer kitaplarını da alma fikri oluştu içimde.
Profile Image for Metin Yılmaz.
1,071 reviews138 followers
May 16, 2021
Yakın tarihimizi öğrenmek isteyenler için ilk elden, biyografi ile anı karışımı güzel bir kitap. Eğer sıkılmadan yakın tarih öğrenmek istiyorsanız, sizin için doğru bir okuma olur.
Profile Image for Rıdvan.
549 reviews93 followers
September 24, 2022
Yazarla beraber iki dunya savasi arasinda bir yolculuga cikiyoruz. Enver Pasa'nin emriyle Erzurum'a oradan Azerbaycan'a oradan Rusya'ya ve İstanbul'a Ankara'ya ve son olarakta emeklilikte Hatay'a gidiyoruz. Ve ulkenin degisimini izliyoruz yazarin gozlerinden.
Profile Image for Josefina Wagner.
597 reviews
November 18, 2018
Yillar önce okudugum bu eseri cok begendigimi hatirliyorum. Yinede ilerde bir defa daha okumak isterim. Aradan gecen yillardan sonra nasil degerlendiririm bilemeyecegim ama mutlaka daha iyi anlayacagim kesin.
Profile Image for Gün.
157 reviews24 followers
December 31, 2018
Balkan Savaslari ile İkinci Dunya Savasi arasinda Turk toplumunun nereden nereye geldiginin hikayesi. Simdi sadece hikayelerde kalan bir kusagin, dedelerimizin yoksul Anadolu insanin hikayesinin birinci agizdan akici anlatimi.

Bu kitap sadece icindeki "Ejderhan Balikcisi" baslikli bolum icin bile okunmayi hakediyor.
Profile Image for Akin.
10 reviews1 follower
November 21, 2016
Bütün bunlar, aynı devletin uyruğu, fakat yüzyıllardan beri birbirine kaynaşmayan ırkların çocukları arasında, ilerde olacak kanlı hesaplaşmaların küçük hazırlığıydı.

Üzerlerine "Ya hürriyet! Ya Ölüm!" yazılı bayraklar gene şurada burada görülüyordu ama Tanrı, imparatorluğun kaderine hürriyeti değil, artık galiba ölümü münasip görmüştü.

Ergenekon; bir kuruluş efsanesidir. Bu efsanede Bozkurt, bu kurtuluşun yolunu gösterir. Demirci Börtecene, kurtuluşun yolunu açar. Ve ergenekon denilen bilinmez, ama etrafı sarp dağlarla çevrili geçit vermez ülkede, yüzyıllardan beri bunalan kavim, demircinin açtığı yoldan, seller gibi taşarak azatlığa kavuşur.
Balkan bozgunundan sonra bu efsane, bize de, tam zamanında ulaştı. Ama ortada, ne bir Bozkurt, ne de Börtecene vardı...

Ya Asya Türkiye’si? Fakat onun üstünde de; Türk, Arap, Kürt, Ermeni gibi ayrılıklar yok muydu? Bütün şu Arabistan'a biz, nasıl "bizim!" diyebilirdik ki, oralarda, yüzyıllardan beri israf edilen kanımızdan başka bizim olan hiçbir şey yoktu.

Anadolu'yu biz Rumeli çocukları, onu görüp tanıyıncaya kadar, yalnız hayalimizde yaşattık. Ve hayalimizin özlediği gibi.
Ama sonra gördük ki, bu hayal ve özlemle, gerçek Anadolu arasında, hiçbir benzerlik yoktur. bu hayal kırıklığı bizim, hayat boyunca yaşadığımız nice hayal kırıklıklarının, en baş döndürenlerinden biri oldu. Ve sanıyorum ki Anadolu'ya asıl, bütün varlığımızla ilk defa, bu hayal kırıklığı içinde bağlandık.

Önce:
- Hepiniz öleceksiniz! dedi.
Sonra bu cümleyi eksik buldu. Sözlerini:
- Hepimiz öleceğiz!
diye tamamladı ve ilave etti:
- Vatan kurtulacaktır.
Bütün nutuk (demeç) bundan ibaret kaldı. Orduya bir tek asker vermeyen Yemen'in, Hicaz'ın, Irak'ın; orduya karşı savaşan Sina, Filistin, Suriye çöllerinin; yolları kesen ve devlete baş eğmeyip her gün Türk askerlerini öldüren asilerin yaşadığı Dersim, Sason, Talori dağlarının nasıl kurtulacağını, bu genç kumandan işte bu sözlerle göstermiş oldu...

O zaman bizim neslimiz, kendisi için hiçbir hak düşünmeyen bir nesildi.Bize göre hak yok, vazife vardı. Vazife görülecek, can verilecek, şan vatana bağışlanacaktı. Can bizimse şan onundu...

Bu yollarda biz bir borcu ödüyoruz, dersiniz. Yüzyıllardan beri soyulan, sömürülen, yüzyıllar boyunca yalnız mal, yalnız can vergisi için aranan şu bitmiş, şu bilinmeyen Anadolu'ya karşı, çeşmeleri gürül gürül akan, İstanbul'un işlediği günahların borcunu ödüyoruz.

- Peki ama dersiniz; bin yıl önce girdiğimiz şu Anadolu topraklarına ne verdik?
Selçuklular, Anadolu beylikler, son imparatorluk hayalimizde canlanır. Basra Körfezi'nden Viyana’ya, Habeşistan'dan Hazer Denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün çocukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, istilalar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri, gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?...
- Peki ama, bu yayla ki imparatorluğun, hem temeli, hem mihreviydi. Bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. Burası kan ve can hazinesiydi. Buraya ne bıraktık? Birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?
Bir büyük masal ki, sonu hiçlikle biter...

O zaman Anadolu'da hiçbir şey, Anadolu'yu Kızılırmak kadar doğru aksettiremezdi: Fakir, somurtkan ve dertli...

- Biz hangi milletteniz,
deyince her kafadan bir ses çıktı.:
- Biz Türk değil miyiz?
deyince de hemen:
- Estağfurullah!...
diye karşılık verdiler. Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk'tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi. Fakat ne çare ki, bu "Biz Türk değil miyiz?" diye sorunca "Estağfurullah" diye cevap verenlerin görüşüne göre, Türk demek Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın ise ne demek olduğu bilinmiyordu. Ama onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı. Yahut belki de aslında Kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.
Anadolu'da vaktiyle binlerce, on binlerce insan Kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. Gerçi bu öldürülenler hakiki saf Türk aşiretler halkı, Oğuz Türkleri'ydiler. Demek ki korku hala yaşıyordu...

Sen kaynağı ara, asıl kaynağı... Bu kaynağa ya varır, ya varamazsın. Yahut da vardım zanneder, kendini bir şövalye sanırken, bu hayat sirkinde ömrünün sonuna kadar, bir palyaço kılıcı sallar durursun. Ama öyle de olsa yol, gene kaynağa götüren yoldur... Sen onu ara yavrum, sen suyu ara...

Bazı günlerin belirli saatında, penceremizin baktığı Boşnak mahallesinin dar bir sokağının başında eşiyle çocukları görünürlerdi. Aradaki mesafe oldukça uzaktı. Onların da daha fazla yaklaşmaları mümkün değildi. Onlar göründükleri zaman, biz hepimiz bir şeylerle meşgul olmaya çalışırdık. Onu, hicranı ve arada mesafeler olsa da çocuklarıyle baş başa bırakmak isterdik.Gerçi kalpten gelen gözyaşları utanılacak şeyler değildi. Fakat ne de olsa ağlayış, insanın kendi maddesiyle kendi içi alemi arasında gizli bir yakarıştır ve öyle kalmalıdır.

- Efendi dedi, bize niçin böyle konuşmazlar? Niçin böyle anlatmazlar? Bu milletin bütün derdi cahilliktir efendi. Bunu bil. Bunun suçu ise bizim değil, hükümetindir. İmam o. Biz cemaatiz. İmam öğretmeyince cemaat nereden bilecek?...

Sarayların çekiciliği kadar, sokak kalabalığının ve kör kuvvetin alkışlarına da kulak asmadan, halka rağmen, fakat halk için çalışmak... Zaten inkılapçılık bu demek değil mi?

"- Allah'ın bize verdiği en büyük nimet, malik olduğumuz halde, malik olduğumuzu bilmediğimiz kuvvetleri, bir gün kendi içimizde bulmak kudretidir."
This entire review has been hidden because of spoilers.
Profile Image for Mehmet B.
259 reviews19 followers
July 14, 2024
Edirne'de başlayan, Doğu cephesine yolculuk, Anadolu'nun Osmanlı dönemindeki sefaleti, Turan hayalleri, Bakü'de Doğu Hakları Kurultayı, Enver Paşa, Nazım Hikmet, komünizm, Sovyetler, Turkiye'ye dönüş, hapis günleri, Kadro hareketine katılış, inkılaplar, devletçilik-liberalizm tartışmaları, Ankara'da bir çiftlikte emeklilik günlerinde bahçe işleriyle uğraştığı yaşlılığında Epiktetos'un felsefesini benimsemesi... Tek Adam, İkinci Adam, Menderes'in Dramı, Enver Paşa gibi önemli biyografilere imza atmış bir yazarın roman gibi hayat serüveni...
Profile Image for Ömer Faruk.
165 reviews26 followers
April 5, 2016
Göçmen bir ailenin çocuğu olarak sınır hattında komitacılık hikayeleri ile bezeli çocukluk, vatanı koruma hevesiyle başlanan bir askeri eğitim, ardından muallim mektebi, mektebi bitiremeden müthiş bir fedakarlıkla kafkas cephesinde çocuk denecek yaşta en ön cephede çarpışmalar, ölümle kolkola geçen yıllar, mağlubiyetin hayal kırıklığı ve umudu Turan'da arayış, kaderin savurduğu Sovyetler macerası konferanslar eğitimler mitingler... anavatanda olgunlaşma ve kavrayışla geçen zindan yılları ve inkılabın emrinde fikri üretim-hizmet dönemi ve nihayet tasfiye ile toprağa dönüş...

Şevket Süreyya Aydemir o devrin insanlarının alınyazısı olan bir kaç insanın hayatını tek bir ömürde yaşamış bir insan. Özellikle olgunlaşma döneminden sonra çağını kavrayış kabiliyeti ile öne çıkmış bir şahsiyet. Yüksek cesareti ile tam bir "arayış" örneği, bir inkılap adamı, bir "Kadrocu"

Eserde Sovyetlere gidişiyle beraber katıldığı konferanslar, Çin hakkında uzun uzadıya bilgiler vermesi akıcılığı sekteye uğratıyor ve esasında hatırat tekniğinden biraz uzaklaşıyor ama içinde bulunduğu şartları gözönünde bulundurmak ve kendisinin o şartlar hakkındaki mütalalarının yaşayışına etkisini anlamak açısından değerli. Kitabın tamamı değilse bile Kafkas cephesine ulaşmaya çalışırken şahit olduğu Anadolu portresi mutlaka ama mutlaka okunmaya ve hislenmeye değer
Profile Image for Yasemin Salihoglu Karagul.
321 reviews27 followers
January 5, 2022
Once kurgu roman zannetmistim ancak okudukca Sevket Sureyya'nin kendi hikayesini anlatıyor. Okulda derslerde gördugumuz 1900-1940 yillari arasinda yasananlari bir aile büyüğünden anılarını dinler gibi okudum.
Kitap çocukluğu ile başlıyor, Edirne yillarindan o kadar etkilendim ki ilk Edirne gezimizde sokaklari, Muradiye Camii'ni farkli bir gozle gezdim.

Turan hareketinin detaylarını bilmiyordum o sebeple kendi Azerbeycan Moskova yillarini anlattigi bölümde zorlandim.

Şevket Sureyya, kendi hayallerini, hayal kirikliklarini, ulkenin degisen yuzunu yaşadıklarını samimi bir dille anlatiyor. Baslangic bölümü ve son iki bolum favorim.
Profile Image for Mehmet Koç.
Author 27 books90 followers
October 14, 2018
Turancılıktan, beynelminel Bolşevikliğe, oradan Cumhuriyetin "Kadro"culuğuna; arayışlar, savruluşlar, dönüşümler... "Şu Bilinmeyen Anadolu", "Kızılelma", "Olimp'teki Kavga" ve "İnkılabın Emrinde" bölümleri özellikle çarpıcı. Ama tarihi şahsiyetlere ilişkin değerlendirmelerinin 1930 sonrasında içinde bulunduğu çevreden fazlasıyla etkilenmiş olduğu göze çarpıyor. Bilhassa Enver Paşa'ya dair görüşleri, İttihatçılar arasındaki güç mücadelesinin sonuçlarından fazlasıyla etkilenmiş...
Profile Image for Pınar P..
18 reviews
May 5, 2013
Uhuvvet: kardeşlik
Düveli muazzama: 6 büyük dvlet
Uhud-u Atika: Kapütülasyonlar

Bir sürü kelime öğretiyor...
Profile Image for Baris Balcioglu.
388 reviews10 followers
April 23, 2019
Sık gittiğim bir kafedeki kitap okumayı seven bir garson genç istedi, ben de ona armağan etmeden önce okuyayım dedim. Yıllar önce bir olasılık Alev Alatlı’nın meşhur dörtlemesinde ilk bahsini duymuştum kitabın. Yazarını Tek Adam ve İkinci Adam kitaplarını yazdığı için ad olarak biliyordum. Çok maceralı bir yaşam. O Balkan ve Birinci Dünya Savaşı dönemleri çok yoksul ve çaresiz diyarlar burası. Genç bir çocukken atıyor kendini cepheye. Ermeni meselesine hiç girmek istemiyor. Savaş bitince Turan ülküsüne kapılıp Azerbaycan’a gidiyor ama kendini Bolşevik dalgası içinde bulup komünist oluyor. Dört beş yıl içinde Rusçayı o denli iyi öğrenmesi şaşırttı beni. Moskova gözlemleri en ilginç bölüm. Yurda dönünce istiklâl mahkemesi ve Afyon hapishanesi de ilginç ve etkileyici. Cumhuriyet dönemini çok iyi anlamadım. Ama inkılâpçılık ilkesi tedirgin etmiş insanları, devletçilik çok iyi uygulanamadığı için fırsatlar kaçtı diyor, 2. Dünya savaşı sırasındaki ekonomik politikadan kendisini sorumlu tutuyor ve çok üretip her iki tarafa da satabilirdik, halk da en azından yoksullaşmazdı diyor. 1946’da iktidar değişmeliydi çünkü eskimişti de diyor.
Profile Image for Selma Dalbastı.
162 reviews31 followers
July 14, 2019
Osmanlının son, cumhuriyetin ilk dönemlerinde çeşitli fikirler, ülküler ve topraklar arasında sürüklenen bir adamın hikayesi. Öyle kuru bir roman değil, o yılların Anadolusuna Asyasına oldukça yakından bir bakış var içinde; doğrusu çok akıcı değil, fakat milletin nasıl bir cahillikle fakirlikle boğuşup nasıl adeta kumar masalarında kaybedildiğine tanık oluyorsunuz. Lise yıllarımda okumaya çalışıp içinden çıkamadığım, şimdi ise keşke daha önce okumuş olsaydım diyerek okuduğum bir eser oldu.
Profile Image for Koray.
309 reviews60 followers
June 29, 2020
İstisnai biçimde köyünde okuma yazma bilen "tek kadının" oğlu olarak dünyaya gelen yazar, Balkan savaşları öncesi Edirne'nin kozmopolit havasını solumuş, derin düşmanlıklara tanık olmuştu. Osmanlı'nın son dönemleri olan 20. yüzyılın başlarında dünya büyük olaylara gebeydi ve Süreyya hepsinden nasibini aldı. Sovyetler Birliği daha kurulurken Rusya'nın kalbinde ve uzak köşelerinde bulunmuş olan yazar burada edindiği deneyimleri beraberinde yarenlik ettiği arkadaşları Nazım Hikmet ve Va-nu ile paylaştı. Beni en çok etkileyen ve buraya da aktaracağım kısımlar, yazarın 1914 yılında Kafkasya cephesine asker olarak giderken gördüğü ve betimlediği Anadolu ve "Rus aydını" hakkındaki görüşleri oldu. Ben kendi hesabıma Rus ve Türk köylüsünün fikri yapısını çok benzer buldum. Kitabı İlber Ortaylı'nın bir programda tavsiyesi üzerine okudum. Allah kendisine uzun ömürler versin. Kitaptan aldığım "önemli" bazı notları burada paylaşıyorum:
"... Bu kırlarda daha birkaç gün yol alınca, artık Orta Anadolu ile haşır neşir olmuş, toprağını, çalısını, hayvanını, adamını, köyünü, damını bir parça tanımış olursunuz. Her şey size bilmediğiniz, duymadığınız bir kıtayı keşfediyormuşsunuz duygusunu verir: Şu bilinmeyen Anadolu'yu ... Köyler görürsünüz ki, insanlar yerin altında yaşarlar. Jeolojik devirlerin biriktirdiği eski yanardağ küllerini, tarih öncesi kazmaların eşi olan aletlerle delebilen insan, bir tepenin altında kendisine dam, oda, ahır, samanlık kovukları oymuştur. Bu kovukların içinde ağır, fakat daima serin bir hava bulursunuz. Testiler, küpler, kilimler, kaplar için duvarların içerisinde ayrı ayrı yerler oyulmuştur. Tepenin altını dolduran bu yeraltı evlerinin, bu mağara konutlarının bazen birinden diğerine geçilir. Havaya açılan deliklerden içeriye loş bir ışık sızan bu yeraltı dehlizlerinde, tarihöncesi devrinin mağara adamı gibi dolaşırsınız: - Acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum? dersiniz. Her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. Bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. Başka bir çağdan arta kalmıştır. Toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler, ancak keçi kadardırlar. Dağda adına ekin denilen şey, ancak nasırlı ellerle yolunabilen, sıska, dağınık bir şeydir. insanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar? diye düşünürsünüz. Tıpkı kara taşlar gibi kavruk, tıpkı kara taşlar gibi yüzyılların soğuğunda, sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır. Yerde bir toprak sedirin üstüne çöktüğünüz zaman, bu insanlar, size yanık bir toprak kap içinde ekşi ayranlarını sunarlarken nazik görünmek isterler. Çocuklar, kadınlar, erkekler etrafınızı alırlar. Onlara baktığınız zaman, henüz yenice olan elbisenizden, henüz parçalanmamış ayakkabılarınızdan, hatta yüzünüzün taze, sıhhatli renginden utanırsınız. Gençleri ise, işte bu hayatı korumak ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüş­lerdir. Bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin, hatta gittikleri memleketlerin isimlerini bile beceremezler:
- Hasan Kalıçadaymış (Galiçya'da).
- Mehmet Arap içine gitti! derler.
- Neresi bu Arap içi?
- Bilmeyik ki? Aha buradan iki aylık yolmuş! .." Sayfa 83
".. Yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. Sırtınız­da bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşır. Yaşarken gömül­düğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız: - Peki ama, dersiniz; biz bin yıl önce girdiğimiz şu Ana­dolu topraklarına ne verdik? Selçuklular, Anadolu beylikleri, son imparatorluk hayali­nizde canlanır. Basra Körfezi'nden Viyana'ya, Habeşistan'dan Hazer Denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün ço­cukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, isti­lalar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri gök ya­kuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler? .. - Peki ama, bu yayla ki imparatorluğun, hem temeli, hem mihveriydi. Bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. Burası kan ve can hazinesiydi. Buraya ne bıraktık? Birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı? Bir büyük masal ki, sonu hiçlikle biter ... " Sayfa 84
( Yazara hizmet etmesi için bir eşek tahsis edilir, burada eşeğin sahibiyle arasındaki diyalogdan bahsediyor.) "...Bize verilen eşeğin ne semeri, ne yuları vardı. Sırtı da cılk yaraydı. Sahibi, bitkin bir ihtiyardı. Eşeğinin başından bir türlü ayrılmıyordu. Bütün varlığı elinden alınan ve onu kurtarmak için her şeyi göze alan bir insanın inadı ile peşimizden koşuyor, hanın, kahvenin kapısında geceliyordu. Sonra bir akşam, hava kararınca, menzil kumandanından gizli, onu yanımıza katıp, eşeğini de şehir kenarında kendisine teslim edince, önce buna inanamadı. Sonra işin ciddi olduğunu anlayınca da söyleyecek söz bulamadı. Elimizi öpmek mi, ayağımıza kapanmak mı, yoksa boynumuza sarılmak mı lazım geldiğini tayin edemiyordu. Bazen gülüyor, gene birden ağlamaklı oluyordu. Sonra dua etmek aklına geldi. Fakat bu sefer de ağlamak sırası galiba bize geliyordu. Onu yaralı eşeğiyle şehrin kenarından, gecenin bağrına dalan tozlu yollara adeta zorla iteledik. Yerimize dönerken, biz de aramızda konuşacak söz bulamıyorduk. Biz üç arkadaş, üçümüz de fakir çocuklarıydık. Bizim de babalarımız böyle ihtiyar toprak adamlarıydılar. Beylerin yanında bağ, bahçe işleri veya şurada burada ırgatlık ile geçinirlerdi. Fakat bizde toprak, hiç bir zaman bu kadar sefil değildi. Bizde sefalet, bütün varlığı bir uyuz eşekten ibaret olan bu bitmiş ihtiyarın yoksulluğuyla kıyaslanacak kadar derin olmamıştı..."Sayfa 85
"... "İlk askerliğim yedi yıl sürdü oğul. Topçudaydım. Dönünce teyzenle baş göz olduk. Ama sonra gene çağırdılar. Bu sefer beş yıl dolaştık. Bıraktıkları zaman baktım ki benden hayır yok. Tezkereyi terk edince başçavuşluk­la gittik Yemen'e. Hepsini toplasan belki yirmi yıl eder asker ocağında... Şimdi de buralarda sürtelerim işte ... Ama hani bugün de «haydi gel!» deseler, gidesim gelir içimden oğul, gidesim gelir gene ... "
Kayseri kalesi topçusuna gel deseler giderdi. Gönderdiklerim daha geri gelmedi demezdi. Bize galiba bunun için «ordu millet» diyorlardı. Evet, biz bir ordu millettik. İşte bu Kayseri topçusu, onun dönmeyen çocukları, benim dönmeyen ağabeylerim ve o yaşta ben ... Nihayet bütün Anadolu'nun, Trakya'nın, İstanbul'un sonu gelmez bir yürüyüş kolu gibi bilinmezliğe karışan milyonları. Biz hepimiz, bu ordu milletin askerleriydik.. Gel deyince gider ve gittiğimiz yerlerin adını bile­ veremezdik. Bizim çocukluk hayallerimizi büyüleyen imparatorluğun nizamı buydu ..." Sayfa 86
(Orta Anadolu'dan Doğu Anadolu'ya geçerken) "...Orta Anadolu yaylası Sivas'tan ilerilerde kademe kademe sona erer. Hele Zara'dan ilk dağlara vurulunca, artık Doğu Anadolu'ya giriliyor demektir. Tuzlu çöllerin, çorak bozkırların, hafif dalgalı kıraçların yerini yüksek yaylalar, sarp dağlar alır. Hatta o zaman bu dağlar henüz ormanlıktı. Renk renk silsilelerin çevirdiği ufuklar, melankoli yerine, ruha ferahlık verirdi. Yollar yükselip de ufuklar genişledikçe, orta yaylada geçtiğiniz birbirine benzer düzlüklerin, yahut sırtların kasvetinden silkinirsiniz. Art arda açılan, art arda yükselen yeni yeni ufuklara erişmek, yaşamak, umutlanmak, mücadele etmek duyguları duyarsınız. Burada toprak, size bir şeyler vaat ediyormuş gibi, altında ve üstünde birtakım imkanlar saklıyormuş gibi görünür. İlk defa bir dağdan, berrak bir suyun çağladığını görürsünüz. Dağ başını duman almıştır. Ağaçlar, kuşlar, dağlar, taşlar, size, mektep şarkılarının anlattığı Anadolu'yu bulduğunuz hissini verir. Gerçi bütün bu dağlar, taşlar bomboştur. Her yer insan sesine hasret gibi görünür. Fakat tabiatın renkli ve çeşitli görünüşü sizi bir zaman oyalar..." Sayfa 88
( Bir göç kafilesinin başına gelenler) "..Göçmenler, köylerinden daima kalabalık kafileler halinde ve toplu olarak çıkarlar. Kağnılar tıklım tıklım doludur. İnekler, atlar, eşekler, hatta davar sürüleri öne katılır. Bir köy halkı, daima hep bir arada yol almak ister. Aynı insanlar, aynı bağlar, aynı hiyerarşi içinde, alıştıkları hayat nizamını yollarda da devam ettirmeye çalışırlar. Fakat çok geçmeden kafile parçalanır. Kalabalık tenhalaşır. Önce davar sürüleri kaybolur. Çünkü yol, mera değildir. Davarı yoldan meraya ayırdığın günse, artık davar elden çıkmış demektir. Açlar, kaçaklar, eşkıyalar onu derhal yok ederler. Üstelik sürü değil, çoban da gider ... Sonra atlar, inekler elden çıkar. Ölenler, kalanlar, hastalananlar, yol değiştirenler. .. derken, köyden yola çıkışın üstünden daha ay geçmeden o canlı, gürbüz kafileden ortada kalan, perişan artıklar ve döküntülerdir..." Sayfa 90
( Ağıtla ilk tanışma)"...Biz de geceyi kasabanın arkasındaki dereye doğru kademe kademe inen meyve bahçelerinden birinde geçirmek istedik. Gecenin karanlığı içinde kendimize boş bir yer ararken, yandaki bahçe çitinin arkasından yanık bir şarkı sesi duyduk. Bu perişanlık içinde bu ses inanılmaz bir şeydi. Bunu söyleye­nin her halde yaşlı bir kadın olması lazım gelirdi. Çiti dolaş­tık. Büyük dut ağacının altına bir göçmen ailesi tünemişti. Öküzler bir tarafa çekilmişti. Oku havaya kalkan kağnının bir tarafına keçeler, kilimler serilmişti. Ortada hafif bir ateş yanıyordu. Bu ateşin aydınlatabildiği çevre içinde yanık, sert, mihnetli iki insan yüzü canlanıyordu. Biri bitkin bir ihtiyardı. Şarkı söyleyen de yanındaki nineydi. Nine, gözleri kapalı, ellerini tempo tutar gibi dizlerine vurarak, başı ve bütün vücudu sağa sola sallana sallana kendisini o garip şarkısının ahengine vermişti. Ağlıyordu. Gözlerinden yuvarlanan yaşlar göğsünü ıslatmıştı. Söylediği de şarkı değildi. Doğu Anadolu'da kadınların makamla ve şarkı söyler gibi ağladıklarını o gece orada ilk defa, ama sonraları çok gördüm. Üç arkadaş sessizce ateşin etrafına iliştik. Erkek bizi yadırgamadı. Nine ise ya gördü, ya görmedi. Fakat acayip musikisine devam etti. Keçeleşmiş saçları alnının terlerine yapışmıştı. Yüzünün buruşuklukları alevlerin akisleri içinde, olduklarından daha derin, daha çileli görünüyordu. Makamla anlattığı şey, kendilerinin acıklı macerasıydı. Arkada kalan yurt, aşılan mesafeler, tükenmez yollar, kaybolan çocuklar, hastalanan inek, ölen keçiler, tükenen azık, yalnızlık, ümitsizlik, her şey bu seste dile geliyordu. Köyler, şehirler, insanlar, hayvan­lar hep isimleriyle anlatılıyordu. Sanki ilk çağın, sokaklarda ilahi okur gibi tarihi efsaneler anlatan bir ozanıydı..." SAYFA 91
(Dersim dolayları) "...Yanardağın ağzının bulunduğu zirve, ruha ürperti veren büyük, azametli bir tabiat alemine hakimdi. Daha uzaklarda, Fırat'ın ötesinde, zirveleri daimi karlarla örtülü Manzur Sıra ­Dağları aşılmaz bir duvar halinde Dersim'i çeviriyordu. Dersim, Türkiye'nin içinde, fakat Türkiye'den ayrı bir parçaydı. Haritalarda bizim görünürde. Fakat hiç bir zaman bizim olmamıştı. Ne yol verir, ne kervan geçirirdi. O da kendi ağalarının, kendi şeyhlerinin elinde, kendi adetleri, kendi kanunları ile dilediği gibi yaşardı. Etrafını haraca keserdi. Etrafındaki köyler, kasabalar, hem devlete, hem Dersim'e vergi verirlerdi. Daha cepheden o kadar gerilerde iken, Dumanlı dağda olduğu gibi Fırat boğazlarında da biz, şimdiden bir muharebe nizamı içinde ilerleyebiliyorduk. Öncüler, yancılar, müfrezenin önünde giden ve yanlarını koruyanlarla her köyde bir tuzak, her geçitte bir pusu sezinliyorduk. Kendi ülkemizde her bastığımız yeri yeniden fethedip yeniden bırakarak adım adım yol alabiliyorduk. Bazı geçitleri kesilmiş görünce müfrezenin dağ­lara kayması lazım geliyordu. Dağlarda ise her şey şüpheliydi. Fırat'ı karşıya geçmek zaten mümkün olmadı. Çünkü buradaki tek köprüyü, İliç köprüsünü, Kürtler kesmişti. Devletinin as­kerlerine yol vermiyorlardı. Halbuki buraları güya bizimdi ve düşman henüz uzaklardaydı. Bu yolculuk böylece günlerce sürdü. Nihayet bir gün, uzaktan ilk top seslerini duyduk. İleride kim bilir hangi dağlardan kopan ve bir karış düzlüğü olmayan bu yerlerde dağ duvarlarına çarpıp, derin boğazlardan aka aka bize kadar gelen bu ilk gürültüleri önce top seslerine benze­temedik. Bunlar yer sarsıntılarından önce yerin bağrından gelen derin uğultuları andırıyordu. Biraz daha yol alınca bu gürültüleri daha açık seçmeye başladık. Bunlar bazen tek, bazen birbirlerini takip eden uğultular halinde havayı dolduruyordu. Her uğultunun arkasından daha tok, daha derin infilak sesleri geliyordu. Hareketimizi süratlenirdik. Bunlar bize, sanki bizi çağıran, sanki bizi bekleyen ve ileride toplar konuşurken, bizim hala yollarda savsaklan­mamızın münasebetsizliğini söyleyen işaretler gibi geliyordu. Demek ki düşman Erzincan'ı da almış olacaktı. Fırat'ın gel­diği istikamette Erzincan boğazını tutmuş olacaktı. Gün sona ererken artık harp sahası içindeydik. İstanbul'dan çıkışımıza harp cephesine varışımız arasında tam kırk gün geçmişti... " SAYFA 95
(Gerçekçi bir tespit) "...Odamdaki bütün sermayem bir sandık kitaptan ibaretti. Bu kitapların hepsini sıksam, içinden ancak, tazeliği kalmamış bir avuç bulanık sudan başka bir şey çıkmazdı..." SAYFA 167
Profile Image for G. İlke.
1,282 reviews
September 15, 2021
Otobiyografi gibi göründüğü hâlde, küçük çaplı bir seyahatname de sayılabilir bu kitap. Bay Aydemir, gittiği yerlerin hem coğrafi hem beşeri özelliklerini, anılarıyla birlikte anlatmış çünkü. Zaman içinde görüşleri de sürekli değişmiş: Komünist Parti'ye de üye olmuş, Türk ocağında konuşma da yapmış, Turancılığı da savunmuş, Atatürk inkılaplarını da... Benim anladığım, her boyaya bir kat olsun girmiş çıkmış. Ne derler bilirsiniz: Hepsini dene, tarafını seç! =) Anlatımı biraz fazla detaylı ve dağınık geldi bana, kolay okuyamadım. Bilinçaltım alacağı mesajı aldı, hissediyorum ama bilincim açıkken bunu ispatlayamam. =)
Profile Image for Gunhan Gultekin.
5 reviews3 followers
October 3, 2023
"Allah'ın bize verdiği en büyük nimet, malik olduğumuz halde, malik olduğumuzu bilmediğimiz kuvvetleri, bir gün kendi içimizde bulmak kudretidir."
Profile Image for Abidin C..
16 reviews
November 8, 2018
Muhteşem bir gözlem gücü ile yazar bize o dönemi çok guzel tasvir ediyor.Osmanlının son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, ideoloji arayışında olan bir bireyin başta kendisine,sonra yaşadığı topluma bakışı fevkalade.
Profile Image for Ahmet  Kaya.
65 reviews9 followers
September 22, 2016
Tarihsel olayları klasik tarih kitaplarından okumaktan ziyade (oto)biyografi veya dönem romanlarından okumayı tercih edenlerdenim. Yazarın kendi (veya karakterinin) dünyasını anlatırken, arka planda döneme ilişkin vermiş olduğu ipuçlarının dönemi daha bağımsız, tarafsız ve açık seçik şekilde sunabildiğini düşünüyorum. Bir şekilde o döneme girebiliyorsunuz yani, ya da ben öyle hissediyorum (Tolstoy aklımı başımdan almıştı bu konuda). Şevket Süreyya Aydemir'in düşünce dünyasındaki dalgalanmalar ve farklı akımlar arasında yaşadığı "git-gel"ler (turancılıktan komünizme, oradan kemalizme ve plancılığa) bu tarafsızlığı daha da görünür yapıyor ve kitap bu nedenle oldukça başarılı. O dönemde yaşanan olaylara ilişkin yazarın kişisel görüşleri elbette kitaba fazlasıyla hakim, lakin yazarın kendi içinde yaptığı sorgulamalar da sizin bu görüşlerle rahat rahat tartışabilmenizi mümkün hale getiriyor. Sanki bir dönem otobiyografisi okumuyorsunuz da yazarla çay-kahve eşliğinde münazara yapıyorsunuz! Bu deneyim çok güzeldi evvela.

İkinci olarak, bu kitabı, Türkiye toplumunun (ve bilhassa entelijansiyasının) -yine!- sıkıntılı günler geçirmekte olduğu bu günlerde okumak ayrı bir keyifti. Bir taraftan bu kitabı okuyup o dönemi görmek ve ardından medya organlarına bir göz gezdirip günümüze dönmek, geçtiğimiz 100 yıl içerisindeki (sosyal ve entelektüel) tekamülümüzü(!) göstermesi açısından önemliydi. Özellikle kitabın başlarında Meşrutiyetin ilanı sonrasında Osmanlı toplumunun "hürriyet-adalet-eşitlik" sloganlarıyla sokaklara dökülmesi ile Türkiye'de darbeye direnen toplumun neredeyse bütün kesimlerinin "demokrasi" sloganlarıyla sokaklara dökülmesi ve esasen her iki topluluğun da bu kavramların içerdiklerinden tamamen bihaber olması arasındaki korelasyonu düşünmek falan çok keyifliydi.

Son olarak bir puan kırmamın nedeni, yazarın bazen fazlasıyla sıkacak derecede yan konulara girmesiydi. Bu beni genel olarak rahatsız ediyor ve bu kitapta da yazar sıklıkla ana konudan kopuyor. Özetle, kitabı tarihe, politikaya ve Türk modernleşmesine ilgi duyan herkese şiddetle tavsiye ediyorum.
Profile Image for Sinan Öner.
396 reviews
Read
September 29, 2019
Tarihçi, Ekonomist, Yazar Şevket Süreyya Aydemir'in "Suyu Arayan Adam" kitabı, bir "anı-roman". Şevket Süreyya, 1917 Sovyet Ekim Devrimi'nden birkaç yıl sonra Moskova'ya gitmiş, Moskova'da, Nâzım Hikmet, Vâlâ Nurettin gibi arkadaşları ile "Doğu Halkları Komünist Üniversitesi"nde (KUTV) ekonomi, tarih, felsefe, Rusça, Fransızca gibi bilimlerde eğitim görmüş, sonra da bu üniversiteden mezûn olmuştu. Daha sonra, Sovyet Rusya'da, Asya'daki Sovyet ülkelerinde yolculuklar yapan Şevket Süreyya Aydemir, bir yandan Sovyet Marxizmi ile ilgili daha "pratik" bilgiler edinirken, bir yandan da Sovyet uluslarını daha yakından tanıyordu, kitabında anlattığı gibi Sovyet Türkî ulusları ile ilgili izlenimler edindi ve Sovyet Devrimi'nin Asya Türkî uluslarını nasıl etkilediğini araştırdı. Şevket Süreyya Aydemir, Türkiye Komünist Partisi'nin 10 Eylül 1920 tarihinde Bakû'deki "1. Doğu Halkları Komintern Kurultayı" sırasında kuruluşunu olumlu karşıladı ve hayatı boyunca bir "TKP Dostu" olarak tanındı. Şevket Süreyya Aydemir, Türkiye'ye, Cumhuriyet'in ilânı sonrası geldi ve çok geçmeden "Şeker Fabrikaları Genel Müdürü" olarak Cumhuriyet'in sanayi reformlarında bir "bürokrat" olarak mesai yaptı, Türk Halkı'nın Cumhuriyet'i sağlamlaştırma çabalarını heyecanla izledi, "Suyu Arayan Adam" kitabında bu izlenimlerini de anlatıyor!
Profile Image for Kaan.
318 reviews60 followers
October 11, 2022
Bilinçli bir okur için çok iyi kitap. Bilinçsiz bir okur için tuzaklara sahip. Tasvirler, devrimci ortamlar çok canlı, anlatım bir hayli edebi.

Ancak kitabın, hayatının son demlerindeki bir adamın maziye dönük bir muhasebesi, döndüğü yolu meşrulaştırma aracı ve hatta bu günah çıkarma ayini olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor. Kitabın çok büyük bir kısmını Azerbaycan günlerinden başlayarak sosyalizm tecrübesi forse ediyor. Şevket Süreyya'nın Sosyalizm ve Kemalizm arasındaki yalpalayışı, dönenlerin en ortodoks olmak zorunda kalması mevzusu sebebiyle Sovyet liderini ve devrimini yeni ama "Ortodoks Kemalist" olarak eleştiri tarzı, TKP kadrolarının listesini devlete vermesi vs. vs. Bunların hepsi yazıları değersiz kılmasa da edebi olarak çok kuvvetli otobiyografi için bu uyarıyı yapmayı bence gerekli kılıyor.

Devrimcileri birer maceraperest hatta Nazım kısmında olduğu gibi "çocuksu" veya "sınıf çatışması" fikrine kapılmış şiddet düşkünleri olarak ele aldığı pek çok yer var. Vardığı yer dolayısıyla anlamlı bir çarpıtma.
Profile Image for Ecem.
58 reviews5 followers
May 12, 2018
Öncelikle bir otobiyografiden çok yazarın yaşadığı koşulların durum analizlerini ve bir dizi siyasi stratejik çıkarımlarını anlatan bir kitap okudum. Bence deneme veya tartışma anlatımı gibi ilerlemiş kitap. Ayrıca yazar detaylarda cok fazla boğulmuş, örneğin o dönemin ekonomik koşullarını teknik bir dille açıkladıktan sonra "hülasa bu konu bu kitabın konusu değil..." gibi bir yaklaşımı var ve pek çok yerde görebilirsiniz. Konuyu dağıttığı durumlar var ama yine de dönemi en gerçekçi ağızdan öğrenebiliyorsunuz ve pek çok bilgi ediniyorsunuz. Sırf bunun için bile okunmalı. O zamanı düşündüğünüzde yaptığı tespitler bugün hala geçerli, çok yerinde. Turancılık idealinden sonra komünizmle tanışmasını ve hayatının bir anda değişmesini o kadar başarılı aktarmış ki yadırgamıyorsunuz. Güzel bir dönem kitabı.
Profile Image for Erman Cagiral.
4 reviews1 follower
October 18, 2017
Osmanlının yıkılışına ve cumhuriyetin kuruluşuna tanık olmuş bir insanın, samimi ve akıcı hayat hikayesi. O zamanki Anadolu coğrafyasına farklı bir gözle bakmak gerçekten heyecan verici. Ek olarak kitap daha önce hiç aklıma gelmeyen "Bir Enver Paşa vardı noldu ona?" gibi sorulara cevap bulduğum gizli hikayelerle dolu.
Profile Image for Ata Belli.
16 reviews2 followers
July 5, 2016
Osmanlı İmparatorluğu'nun son nefesini verişini dönemin bir gencinin samimi duygularını, fikirlerinin değişim sürecini çarpıcı değişimini anlatıyor. Hem Rus hem Türk inkilabının önemli figürleri hakkında sağlam değerlendirmeler ve portreler ortaya koyuyor.
Displaying 1 - 30 of 138 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.