Cengiz Çandar's Blog, page 198
April 3, 2025
Uzun, canlı bir rüya
Büyük Japon yazar Haruki Murakami, yeni romanı ‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’ında ‘İmkânsızın Şarkısı’ndan da çok iyi bildiğimiz yitik aşk-yitik sevgili temasını tüm kıvrımları ve sancılarıyla ele alıyor. Aşkı gerçek dünya ile rüya-hayal âlemi arasında bir köprü olarak kurgulayan Murakami, okuruna yine derin bir duygusal deneyim sunuyor.
Tunca Arslan/KitapSanat
Haruki Murakami’nin ‘Tuhaf Kütüphane’ adlı öyküsünde Osmanlı İmparatorluğu’nda
vergi tahsilatı üzerine üç kitap okumak isteyen bir delikanlının kütüphanede tutsak edil-
mesiyle birlikte yaşananlar anlatılır. “Neden bunlar benim başıma gelmek zorundaydı ki? Oysa tek yaptığım, kitap ödünç almak için kütüphaneye gelmekti” diye düşünen kahramanımız, tıpkı ‘Sahilde Kafka’, ‘Zemberekkuşu’nun Güncesi’,
‘1Q84’ romanlarında olduğu gibi kütüphane aracılığıyla bilinmeyen bir dünyaya adım atar.
Kütüphane motifi Murakami için bilginin ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan, bilinçaltında-
ki karanlık noktaların keşfedildiği bir mekândır ve kuşkusuz ki kullanım yoğunluğu bakımından Borges’i bile aşmıştır.
Çok yerinde bir tanımlamayla “21. yüzyıl edebiyatını icat eden yazar” olduğu söylenen
Japon ustanın dilimize çevrilen 551 sayfalık son romanı ‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’da, ana
karakterin ve okuyucunun hem gerçek hem demetaforik anlamda dünyasını değiştiren, farklı boyutlara açılan kapılar sunan bir değil iki kütüphane çıkıyor karşımıza. Biri, 17 yaşındaki ana karakterin hayatına damga vuran 16 yaşındaki aşkıyla birlikte oluşturduğu hayali şehirdeki içinde tek bir kitabın bile bulunmadığı ‘rüya okuma kütüphanesi’, diğeri 45 yaşındayken çalışmaya başladığı, dağlar arasındaki küçük şehirdeki gerçek kütüphane.
“Sonra sadece ikimizin olan gizli bir dünya oluşturup paylaşmaya başladık: Yüksek duvarla çevrili o tuhaf şehri” diyen delikanlının gerçekliği, arzularının ve korkularının peşine düştüğü, kendisini bilinmeyen, gizemli bir dünyaya çeken, bazen de ürkütücü bir atmosfere bürünen kütüphanelerle belirleniyor. “Gerçek bedenim, gerçek ben, çok uzak bir şehirde, tamamen farklı bir yaşam sürüyor. O şehir, yüksek duvarla çevrili bir şehir ve bir adı yok” satırları, tıpkı içinden nehir geçen bir şehir gibi ikiye bölünen romanın ana temasını özetliyor aslında. Murakami de kahramanı gibi, “Bilincimi ben denen beden kafesinden özgür bırakıp düşünce denen geniş ovada istediğim gibi koşturdum; tasmasından özgür kalan bir köpek gibi” diyerek, bilinçdışındaki çatışmaları ve bilinçaltındaki hesaplaşmaları sayfalara döküyor. Okur, ‘Ben hangi dünyaya aitim?’ sorusunun yanıtının peşinde, her Murakami eserinde olduğu gibi amansız bir girdaba sürükleniyor.
Bu dünya, hakikatin gölgesi mi?
‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’da okurun çok sık yüzleştiği bir diğer kavram ise ‘gölge’. Ta-
savvufun, bu âlemin hakikatin gölgesi olduğu inancına benzer biçimde, romanda kimi zaman somut kimi zaman soyut anlam kazanan, benlik, kimlik, geçmiş, suret ve bastırılmış duyguların bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor gölge.
O hayali şehrin sakinlerinin durumunda olduğu gibi, “Gölgeni terk etmek, tabii ki hiç de o kadar kolay bir iş değil” vurgusuyla birlikte, ‘Yaban Koyununun İzinde’, ‘1Q84’, ‘Rüzgârın Şarkısını Dinle’den de bildiğimiz üzere bir varlık-yokluk ilişkisi kuruluyor gölgeyle bağlantılı biçimde.
Gölgenin yalnızca karanlık bir unsur değil, aynı zamanda dönüşüm ve aydınlanma sürecinin bir parçası olduğu, “Gölgelerini kaybetmiş insanlarla, insanlarını kaybetmiş gölgelerin” hüzünlü diyaloglara girdiği, okuma sürecindeki egemen duyguların üzüntü ve melankoli olduğu bir roman ‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’.
Rüzgâra yakalanan bir alev
“Sevdiğin kişinin akıl almaz bir şekilde, aniden ortadan kaybolmasının ne kadar üzücü
olduğunu, yüreğini nasıl bir şiddetle acıttığını, insanı ne kadar derinden yaraladığını, içten içe nasıl da kanadığını hayal edebilir misin?” Bu satırlar, Murakami’nin ‘İmkânsızın Şarkısı’, ‘Sputnik Sevgilim’ romanlarından da çok iyi bildiğimiz yitik aşk-yitik sevgili temasının bu kez de tüm kıvrımları ve sancılarıyla tekrarlandığının göstergesi.
Okuruna bir kez daha derin bir duygusal deneyim sunan Haruki Murakami, gerçek dünya
ile rüya-hayal âlemi arasında bir köprü olarak kurguluyor aşkı. Kaybediş ve eksiklik duygu-
suyla bir varoluşsal sorgulama gerçekleştiriyor ve aşka, tıpkı o şehrin belirsiz ve aşılması çok zor duvarları gibi belirsiz sınırlar çiziyor. Murakami için aşk, yalnızlığı gideren değil çoğaltan bir duygu ve “Birden çıkan rüzgâra yakalanmış bir alev” anlamına geliyor.
“Şehir ve Belirsiz Duvarlar”, Murakami’nin ülkemizdeki has okurlarına, “Yüreğimin derin-
liklerinde biri kapıya vuruyordu. Acelesi var gibi, sert bir şekilde, art arda” denilerek uzatılan yeni bir davetiye.
Uzun, canlı bir rüya yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Yarının neler getireceğini kimse bilmiyor
Gece Mavisi Bir Saatte’de kendisi gibi bir yazarı anlatan Peter Stamm’in farklı ve kendine özgü bir tarzı var. Atmosferi yaratıyor, karakterlerin özelliklerini ortaya koyuyor, yaşadıklarına şahitlik ettiriyor, sonra boşluk bırakıyor. Yargı belirtmeden insan ruhunun çatlaklarına sızıyor.
Efnan Atmaca / KitapSanat
Hayranı olduğumuz sanatçıları, yazarları yakından tanımayı hayal ederiz etmesine de onlara yakınlaşınca neler hissederiz, büyük bir soru işareti. Bazen hayal kırıklığına uğrarız, bazen de hayatımız boyunca izlerini takip edip öğütleriyle yola devam edeceğimiz bir rol model kazanmış oluruz. İsviçreli yazar Peter Stamm, hayata ve insana dair derin gözlemler içeren, duru ve akıcı romanlarıyla tanınıyor. Tıpkı doğduğu coğrafya gibi sakin, saygılı, fırtınaları özünde saklayan kahramanların ılımlı değişimlerini, ölçülü tepkilerini anlatıyor kitaplarında. Gece Mavisi Bir Saatte adlı kitabı, Stamm’in asıl rotasını değiştirmeden yepyeni kahramanları, dertleri ve yüzleştirmeleri sunuyor okura.
Kısa süre önce kaybettiğimiz ustamız Selim İleri, her romanın otobiyografik izler taşıdığını ve yazarın kendine güveni arttıkça bunu daha belirginleştirdiğini söylemişti. Stamm de bu romanda, göz rengi de dahil kendinden izler taşıyan bir roman yazarıyla tanıştırıyor okuru: İsviçre’nin küçük bir köyünde doğup yazdıklarıyla dünyaya seslenen Richard Wechsler. Belgesel yapımcısı Andrea ve sevgilisi Tom’un projesi üzerinden anlatıyor okura Wechsler’i Stamm. Andrea, hayranı olduğu yazar hakkında bir belgesel çekmek istiyor. Onunla bağlantı kuruyor ve bir araya gelip projeye başlıyorlar. Ancak bir süre sonra Wechsler ortadan kayboluyor. Belgesel de iptal oluyor. Andrea’nın onu tanıma sürecinde kendiyle ilgili gerçekleri keşfetmesine tanıklık ediyoruz kitapta.
Stamm’in çok farklı ve kendine özgü bir tarzı var. Atmosferi yaratıyor, karakterlerin özelliklerini ortaya koyuyor, yaşadıklarına şahitlik ettiriyor ve koskocaman bir boşluk bırakıyor. Tespit yapmıyor, yargı belirtmiyor, sadece bir yönetmen gibi sahneleri gösteriyor. Ortaya koyduğu sahneyi doldurmak seyirciye kalıyor. Bir açıdan bakarsanız tamamen demokrat bir yazar.
Acı verici değil, öğretici
Gece Mavisi Bir Saatte’de Wechsler’in geçtiği yollarda yürürken ne belgeselci ne de okur yazar hakkında çok bir şey öğrenemiyor. Onun yaşadıkları hem Andrea’nın hem de okurun kendi hakkında bilmediklerini araştırmasına yol açıyor. Wechsler, projeyi kabul ettiğinde hayatıyla ilgili çok fazla ayrıntı vermekten kaçınıyor. Nasıl yazdığını da ballandıra ballandıra anlatmıyor. Ama şunu biliyoruz ki tüm kitaplarında yaşadıkları ya da yaşamayı hayal ettikleri saklı. Onun bu farklı kişiliği, Andrea’nın merakını daha da kamçılıyor.
İsviçre’de yazarın köklerini ararken eski bir arkadaşı Judith ile tanışıyor. Wechsler’in bir araya getirdiği bu iki kadının hayatı, birbirlerine yakınlaştıkça ikisi için de farklı kapılar açılıyor. Andrea, Wechsler ortadan kaybolduktan sonra hem Tom’u hem de belgeselciliği bırakıyor. Sonradan Wechsler’in hasta olduğunu ve hızla ölüme yaklaştığını öğreniyor. Wechsler, bu süreçte Andrea’yı arayıp onunla hissettiklerini paylaşıyor. Yarım kalan belgeselini çekemeyen Andrea için Wechsler’le paylaştığı bu süreç, acı verici olmaktan öte öğretici geçiyor. Stamm, bu sohbetlerde bile kahramanının kapalı kutuluğunu koruyor. Parmak sallamadan hayata dair fikirlerini ortaya koyuyor. Andrea’ya bu sohbetlerden kalanlar, hayata bakışını değiştiriyor.
Peter Stamm, bu kitapta kimlik ve insanın kendi belirlediği rollerle ilgili gözlemlerine yer veriyor. Roman, bir yazarın portresinden çıkıp bir film yapımcısının ve onun deneyimleriyle birlikte okurların otoportresine dönüşüyor. Stamm, insan ruhunun çatlaklarını ortaya koyuyor. Ve paradoksal bir şekilde o çatlaklara ışık tutuyor. Gerisini de okuyana bırakıyor.
Yarının neler getireceğini kimse bilmiyor yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Kedi şimdi ne düşünüyor?
Türkiye’de çok sevilen Jean-Louis Fournier, yeni kitabı ‘Ne Düşünüyorsun?’da ‘bir konuşmaları eksik’ dediğimiz hayvanların zihinlerinden geçenleri ve insanlar hakkında neler düşündüklerini mizahi bir dille anlatıyor. İnsanın bozma/ bozgun tarihine ‘hayvanca’ dalışlar denemesi.
Ömer Erdem/KitapSanat
‘Ne düşünüyorsun?’ diye sormak art arda birkaç anlamı peşinde sürükler. İlkin, muhatabının herhangi bir konudaki görüşünü öğrenmek için sorulur bu soru. Sonra, cevap alamadığında soru, sorguya evrilir; saklı bir ‘hâlâ’ imiyle ‘neden karar veremiyorsun?’ anlamına dönüşür. Bir adım daha gidildiğinde ise düşünmenin beyhudeliğine açılır.
Jean-Louis Fournier, insanın düşünmesinin artık faydasız olduğuna inanır gibidir. Bu nedenle, insanı tanımlarken sıklıkla kullanılan ‘düşünen hayvan’ nitelemesini geri çeker ve bu vasfı hayvanlara aktarır. Doğu’da ve Batı’da asırlardır ‘Kelile ve Dimne’, ‘Ezop Masalları’, ‘La Fontaine Hikayeleri’ gibi eserlerde hayvanlar, bir anlatım ve anlatıcı yöntemi olarak kullanılmıştır. Hatta masallar ve destanlar, hayvan figürleri olmadan çıplak kalacak gibidir.
‘Binbir Gece Masalları’ndaki hayvanlar ile ‘Don Kişot’un Rosinante’si ya da Hz. Ali’nin Düldül’ü farklı karakterlere sahiptir. Burak’a kadar uzandığımızda, W. Blake’in kaplan için söylediği ‘kuzuyu yaratan mı yarattı seni de’ imlemesini unutmamak gerekir. Velhasıl, hayvanlara bel bağlamak, onlarla anlam kurmak yeni bir olgu değildir.
J.-L. Fournier, hayvanlar için sıklıkla kullanılan ‘bir konuşmalıkları eksik’ nitelemesini devralarak, bunun aslında yazıda mümkün olduğunu göstermek ister. Bir bakıma, insanın da konuşması yazıyladır, özellikle düşünce söz konusu olduğunda. Ancak insan, ‘düşünme’ hakkını kötüye kullanmış; hem kendisinin hem de tabiatın dengesini bozmuştur. ‘Ne düşünüyorsun?’ sorusu bu bakımdan, insanın bozgunculuk tarihine ‘hayvanca’ dalışlar denemesi olarak da okunabilir. ‘Dünya tehlike altında bir başyapıta dönüşmüşse’ eğer, artık vıraklamaların, melemelerin, böğürmelerin, kuğurmaların, havlamaların ve ötüşlerin zaviyesinden bakmanın vaktidir.
Yazar, balık, istiridye, zürafa, aslan, kaplan ve televizyon bağımlısı akvaryum balığına söz verir. Eşek konuşmaya başladığında ise, ‘Ne yazık ki Antik Çağ’dan beri sırtımızdan yükü, karnımızdan sopayı eksik etmeyen ve sayıları o çocuklardan hayli fazla insanları düşünüyorum’ diyerek dert yanar, bir çocuğun uzattığı havucu kütürtederek yerken.
Sokak kedisi, alaycı kuş, tombul güvercin, şaşırmış keklik, ‘Mantıku’t-Tayr’daki Hüthüt gibi hikâyeci olmasalar bile ‘konuşurlar’. Fournier, köpeğe sıra gelince mitolojiye göz kıpar; Ulysse ve Penelope’yi anar. Artdeco (bilinen ilk kuş Arc’teryx), ‘insanların rakamları harflere yeğlemesini’ şakır. Onu, kurnaz karga ve üstün zekalı ahtapot takip eder.
Jean-Louis Fournier, klasik anlatılarda görüldüğü gibi, kedisi Artdeco’yu sıklıkla ve kısa vuruşlarla devreye sokar. Hem bir dengeleyici akıl hem de uyarıcı bir ses işlevi görür. Karıncaya elle şiir yazdırması, tavus kuşunun ‘Kendime bakınca Tanrı’yı düşünüyorum’ demesi, maymunun sanatsever, piliçin ise endüstriyel bir nesneye dönüşmesi boşa değildir. Kırlangıç ile göçmenler arasında kurulan bağ da ayrıca anlamlıdır.
Ve nihayet söz, papağana gelir. Fournier, başta sorduğu çok anlamlı ve kaygan ‘Ne düşünüyorsun?’ sorusunu tam 32 kez ve her seferinde farklı bir imayla yükleyerek tekrar eder. Ardından da uçup gider. İnsan dilerse geri dönüp papağanın dilini sonsuza dek devralabilir. Zaten yaşayıp durduğu da tekrarın papağanlığı değil midir?
Kedi şimdi ne düşünüyor? yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Dört dörtlük bir İskoç arabesk
10 yılda yazıp 40 yayıncıdan red yediği ‘Shuggie Bain’in Booker’lı yazarı Douglas Stuart, yeni romanı ‘Genç Mungo’da yine İskoçya’yı, alkolik anne ve üç çocuğundan oluşan bir aileyi, yoksulluğu, şiddeti anlatıyor. Ama Stuart aynı kartları başka türlü karıştırmış, ortaya bambaşka güzellikte bir roman çıkmış.
ZEYNEP KARAARSLAN BAŞARAN/KitapSanat
Douglas Stuart, ‘Shuggie Bain’ ile 2020 yılında prestijli Booker ödülünü kazandığında, 43 yaşındaydı ve ‘Shuggie Bain’ ilk romanıydı. Üzerinde 10 yıldır çalıştığı eser daha önce 40 yayıncı tarafından reddedilmiş, üstüne üstlük tam da pandeminin ortasında yayımlanabilmişti.
Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen, Stuart’ın beklediğine değdi. Alkolik bir anne ve çocuklarını anlatan bu melodram, Booker’a ek olarak neredeyse 40 farklı ödül daha kazandı, çok sevildi.
Bu büyük başarının ardından Stuart, bu sefer sadece iki yılda yazdığı ‘Genç Mungo’ ile hiç çekinmeden aynı sulara geri dönüyor. Gene İskoçya’yı, alkolik anne ve üç çocuğundan oluşan bir aileyi, yoksulluğu, şiddeti anlatıyor, gene çocukların en küçüğünün adını romanın başlığı olarak kullanıyor, gene bu çocukla annesi arasında özel bir bağ var. Ama Stuart aynı kartları başka türlü karıştırmış, ortaya bambaşka güzellikte bir roman çıkmış. Romanın peşinden gittiği soru şu: Koşulların insana kendi olma şansı tanımadığı, bağımlılığın, şiddetin, tahakkümün kol gezdiği bir dünyada, sevgi ve umut nasıl, neden, ne pahasına direnir?
Genç Mungo, özellikle abla Jodie ile kuvvetli bir kadın karakter sunsa da, esasen erkekliğin farklı hallerini gösteren bir diorama: Çocuk, ergen, yetişkin, heteroseksüel, homoseksüel, baba, oğul, sevgili, kardeş, arkadaş, çete üyesi, işçi, Protestan, Katolik,
toksik, savunmasız. Stuart kendi de bir röportajında romanının performatif erkeklik üzerine olduğuna değiniyor, “Genç erkekler beklentilerini düşürmeye zorlanıyor, cinselleştiriliyor ve şiddete yönlendiriliyor” diyor. Hakikaten de Stuart, en berbat davranışlarda bulunan erkek karakterlere bile, onları böyle davranmaya iten koşulları anlatma çabasıyla yaklaşıyor, bir bakıma kader kurbanı olduklarının altını çiziyor. Başka bir yazarın elinde ‘ucuz roman’ olabilecek malzeme, Stuart’ın hassas anlatımıyla değerleniyor.
‘Genç Mungo’ güçlü bir görsel dile sahip, hakikaten sinematografik. Özellikle romana gerilim öğesi katan ‘loch’ (göl) kısımlarındaki doğa tasvirleri olay örgüsüne dehşet veren bir tezat yaratıyor. Bu tasvirler, ana karakter Mungo tüm çirkinliklerin içinde güzellikleri görmekte direndikçe,
Mungo’nun içinde debelendiği trajediyi daha belirginleştiriyor. Romanda altı çizilen bir diğer duyu da dokunma duyusu, dokunmanın hayatiyeti. Üzüntü, korku, kaygı hissederken dokunmanın nasıl avuttuğu, bu avunmayı bazen nasıl marazi bir şekilde aradığımız … Yün bir kazağın dalamasındaki teselliden, uzaktan kumandanın plastiğini dişleme ihtiyacına, ilk aşkın ilk dokunuşlarından, Mungo’nun sızmış annesine sarıldığında hissettiği gevşemeye, her bir dokunma anı okuyucuyu o anın içine tamamen almak için bir imkân olarak değerlendiriliyor. Mungo’nun yüzündeki tik ve hemen herkesin bu tikten ötürü Mungo’nun yüzüne dokunmaya yeltenmesi roman boyunca tekrar eden bir motif, Stuart’ın dokunmayı romanda ne denli merkeze aldığının en belirgin örneği. ‘Genç Mungo’, aynı zamanda bir ‘ilk aşk’ romanı olduğu için, bu tercih daha da anlamlı.
Yasak aşk, Glasgow’un kasveti, Thatcher döneminde işleri ellerinden kayıp giden işçi sınıfının isyanı… Tüm bu unsurlar ve fazlasıyla ‘Genç Mungo’ da tıpkı ‘Shuggie Bain’ gibi dört dörtlük bir İskoç arabeski. Ama tüm efkara, sise, pusa rağmen, sevgiyi, sevginin imkânsız olmadığını, görmeyi ve göstermeyi seçiyor. ‘Batsın bu dünya’ demiyor.
Dört dörtlük bir İskoç arabesk yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Ünlü çiftin bebek sevinci! İsim açıklandı
Pınar Deniz ile Kaan Yıldırım, geçtiğimiz Eylül ayında İtalya’da dünyaevine girmişti. Birkaç gün önce oğullarına kavuşan ünlü çiftin, seçtikleri isim ortaya çıktı.
Kanal D’de yayınlanan fenomen dizi Yargı ile izleyici karşısına çıkan Pınar Deniz ve kendisi gibi oyuncu olan eşi Kaan Yıldırım’dan beklenen müjdeli haber geldi. Çift, merakla bekledikleri minik oğullarına kavuşmanın sevincini yaşıyor.
GÜZEL HABERİ DUYURDULAR
31 yaşındaki Pınar Deniz ve 38 yaşındaki Kaan Yıldırım, 17 Eylül 2024 tarihinde İtalya’nın başkenti Roma’da dünyaevine girmişti.
Güzel oyuncu, nikahtan kısa bir süre sonra Paris Moda Haftası kapsamında düzenlenen defilede karnını tutarak verdiği poz ile hamileliğini ilk kez duyurmuştu.
BEBEK SEVİNCİ
İlk kez anne baba olmanın sevincini yaşayan Pınar Deniz ile Kaan Yıldırım’ın oğlu geçtiğimiz günlerde dünyaya geldi. Maslak’ta özel bir hastanede oğluna kavuşan Deniz’in ve bebeğin durumunun iyi olduğu öğrenildi.
İSMİ BELLİ OLDU
İlk kez anne baba olmanın heyecanını yaşayan ünlü çiftin, bebeklerine hangi ismi koyacağı merak konusu olmuştu.
Hürriyet’te yer alan habere göre, Kaan Yıldırım ve Pınar Deniz çifti bebeklerine ‘Fikret Hakan’ ismini verdi. Kaan Yıldırım’ın oğluna babasının adını verdiği ortaya çıktı.
Ünlü çiftin bebek sevinci! İsim açıklandı yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Sanatın ve zanaatın ortak evi: Aziz
Yavuz Ekinci’nin yeni romanı ‘Aziz’, hırslı bir sanat koleksiyonerinin hikâyesiyle sanatın kendisine odaklanıyor. Her okurun farklı bir özelliğini öne çıkarabileceği bir kurmaca evren sunan ‘Aziz’, doğrudan sanat ve sanatçı kavramları üzerine düşünmeye sevk ediyor okurunu.
Beyza Ertem/KitapSanat
Belki de Dünyanın Sonundayım’la birlikte Yavuz Ekinci külliyatının farklı bir yöne gideceği müjdelenmişti. İncelikli bir hazırlık sürecinin ürünü olan ‘Aziz’sa, bu müjdenin âdeta nesneleşmiş hali. Kitabın editörü olarak, dosyayı ilk görüntülediğim an, en az romanın kendisi kadar sıradışı bir çalışma sürecine adım attığımı söyleyebilirim.
‘Aziz’, her okurun farklı bir özelliğini keşfedeceği ve öne çıkarabileceği bir kurmaca evren. Benim içinse, onu özel kılan nitelikler arasında, farklı sanat kümelerinin birleşim noktasında konumlanması ve sanatın yolunu çatallandırması ayrı bir yerde duruyor. Groteske yaklaşan atmosferiyle, absürt pasajlarıyla, polisiyeden devraldığı tekniklerle örülü hikâyesiyle Aziz, doğrudan sanat ve sanatçı kavramları üzerine düşünmeye sevk ediyor okurunu.
Sanat ve zanaat birbirinden ayrılmadan evvel, örneğin resim ya da heykeli, yalnızca ‘resim’ ve ‘heykel’ olarak değerlendiren insanların sayısı çok azdı; bu tipte alımlayıcılar pekâlâ bir ‘seçkinler sınıfı’ olarak görülebilirdi. Hatta bir ‘uzmanlar kümesinin’ vücuda geldiği İtalya’da dahi 18. yüzyıla dek böyle bir yaklaşım bulunmuyordu. Bugün ise sözlük tanımlarında, sanatın karşılıkları arasında zanaat, zanaatın karşılıkları arasında da sanat yer alıyor. Oysa 18. yüzyıldaki kırılmadan evvel, techne/ars, marangozluğu ya da at terbiyeciliğini içine aldığı gibi, şairliği ya da heykelciliği de içine alıyordu. Bu kavramların işaret ettiği iki nitelik vardı: imal ve icra etme kabiliyeti. Sanatçılar yalnızca sanatçı değil, aynı zamanda zanaatçıydı; özellikle resim, heykel, müzik gibi alanlar ‘beceri’ olarak görüldüğünden, sanatçı ve zanaatçı benzer sosyal statüye sahipti. Deha ile kural, esin ile hüner, yenilik ile taklit, özgürlük ile hizmet aynı potada erimişti. 18. yüzyıldan itibaren, bahsi geçen niteliklerin kimisi sanatçıya, kimisi zanaatçıya atfedildi. Tahmin etmek zor olmasa gerek. Esin ve deha sanatçının; kurallar, taklit yeteneği, hizmet ve hatta ‘beceri’ zanaatçınındı artık.
‘Aziz’, hırslı bir sanat koleksiyonerinin hikâyesiyle işte bu ayrıma götürüyor okurunu. Resim değil, ‘sanat’ diyorum çünkü temelde resme değil, sanatın kendisine odaklanıyor. Romanın başkişisi Aziz Mirzade’nin en büyük keşfi olan ressam Timur’un, bilinmeyen vasiyet metni üzerine, intiharının onuncu yılında bir video-günlük yayınlanıyor ve ölümünden iki sene kadar evvel, Dante’nin ‘İlahi Komedya’ eserini yeniden yorumlayıp üç eser yarattığı, bu üç eseri tuvale değil, üç insanın sırtına dövme olarak nakşettiği ortaya çıkıyor. İşler gittikçe karışıyor, atılan düğümler adım adım çözülüyor: Aziz, ulaştığı insanları öldürecek midir, yoksa onları yaşatıp, sanat eserlerinin yok olup gitmesine izin mi verecektir? Ya sanat eseri ya insan.
Sanatçı ve koleksiyoner arasındaki gerilimi yansıtmakla ya da bir insanın sanat eseri karşısında durabileceği konumları irdelemekle kalmıyor ‘Aziz’, aynı zamanda sanatı ve zanaatı dövme sanatının evinde yeniden birbirine yaklaştırıyor. Üçlüyü oluşturan ‘Cennet’, ‘Cehennem’ ve ‘Araf’, hem modern sanatçıya hem de zanaatçıya atfedilen nitelikleri çizgilerinde barındırıyor; bir yandan da, âdeta insanlık tarihinin bir özetini sunuyor. Timur, malzeme ve teknikler üzerinde ustalık kazanmış olmasıyla zanaatçı; yalnızca belirli kurallara uymakla kalmayıp, deneme-yanılma yoluyla yenilikçi yöntemler geliştirmesiyle sanatçı kimliği kazanıyor. Ayrıca, sayfa tasarımında kullanılan desenler, daq (ya da deq) motifleri, Ekinci’nin yarattığı katıksız sanat dünyasına hizmet ediyor.
Sanatın ve zanaatın ortak evi: Aziz yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
April 2, 2025
Kuzey Kore’den, ABD ve Japonya’nın ortak füze üretimine sert tepki
Kuzey Kore, ABD ve Japonya’nın ortak füze üretiminde mutabık kalmasının ardından bu kararı “Asya-Pasifik bölgesindeki istikrarsızlığı artıracağı” gerekçesiyle kınadı.
Kuzey Kore Merkezi Haber Ajansının (KCNA) haberine göre, Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamada, Washington ve Tokyo yönetimlerinin AIM-120 tipi orta menzilli füzenin ortak üretimine ilişkin imzaladığı anlaşmaya tepki gösterildi.
Bu adımın, “Asya-Pasifik’teki istikrarsızlığı artıracağı” için kınandığı belirtilen açıklamada, ABD’nin bölge ülkeleriyle savunma alanında yaptığı yeni işbirliklerinin “gittikçe saldırgan” hale geldiği savunuldu.
Açıklamada, Pyongyang’ın, “ABD ve müttefiklerinin yarattığı istikrarsız güvenlik ortamına” aktif şekilde karşılık vereceği uyarısında bulunuldu.
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, ilk Asya seyahati kapsamında bulunduğu Japonya’da mevkidaşı Nakatani Gen ile bir araya gelmişti.
Bakanlar, AIM-120 tipi orta menzilli hava füzelerinin ortak üretimine erken başlanması ile SM-6 uçaksavar füzeleri üretiminin hızlandırılması konusunda anlaşmıştı. (AA)
Kuzey Kore’den, ABD ve Japonya’nın ortak füze üretimine sert tepki yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Emeklilerin bayram ikramiyesi fark ödemeleri için tarih belli oldu
Emekli ve hak sahiplerinin Ramazan Bayramı ikramiyesi farkları yarından itibaren hesaplara yatırılacak.
SGK’nin sosyal medya hesabından, emekli ve hak sahiplerine verilen Ramazan Bayramı ikramiyesinin 1000 liralık fark ödemesinin yapılacağı günler paylaşıldı.
Buna göre, SSK kapsamında gelir ve aylık alanlardan maaş ödeme günü ayın 17-21 arasında olanlara 3 Nisan’da, 22-26 arasında olanlara ise 4 Nisan’da ikramiye farkları ödenecek.
Bağ-Kur kapsamında gelir ve aylık alanların tamamına 4 Nisan’da, Emekli Sandığı kapsamında gelir ve aylık alanlara ise 5 Nisan’da ikramiye farkları yatırılacak. (AA)
Emeklilerin bayram ikramiyesi fark ödemeleri için tarih belli oldu yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
LGS başvuruları başladı! Son gün 16 Nisan
Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) 15 Haziran’da düzenlenecek Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamındaki merkezi sınavın başvuruları, bugün başladı. 16 Nisan’a kadar “e-Okul” üzerinden yapılacak.
2025 Yılı Sınavla Öğrenci Alacak Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezi Sınav Başvuru ve Uygulama Kılavuzu’na göre, resmi ve özel ortaokullar ile imam hatip ortaokullarının 8. sınıflarında öğrenim gören öğrencilerin, fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, Anadolu imam hatip liseleri, proje okulları, mesleki ve teknik Anadolu liselerinin Anadolu teknik programlarına seçilmesi amacıyla yapılacak merkezi sınav, 15 Haziran’da uygulanacak.
Merkezi sınav başvuruları, bugünden itibaren 16 Nisan’a kadar “e-Okul” üzerinden gerçekleştirilecek. Sınava katılım isteğe bağlı olacak. Katılmak isteyen öğrenciler, başvurularını elektronik ortamdan ücretsiz yapabilecek.
Öğrencilere başvuru yapmaları konusunda rehberlik edecek okul müdürlükleri, öğrencilerin sınav başvurularını 17 Nisan saat 17.00’ye kadar onaylayacak.
Yurt dışında e-Okul sistemine kayıtlı olmayan okullarda eğitim gören öğrenciler, başvurularını yayımlanan kılavuzda bulunan formu doldurarak yapacak. Öğrenciler, başvurularının durumunu elektronik ortamdan takip edebilecek.
Sınavda, her alan için 8. sınıf öğretim programlarında belirlenen kazanımlar esas alınarak, öğrencinin okuduğunu anlama, yorumlama, sonuç çıkarma, problem çözme, analiz yapma, eleştirel düşünme, bilimsel süreç ve benzeri becerilerini ölçecek nitelikte sorular yer alacak.
GİRİŞ BELGELERİ 4 HAZİRAN’DA AÇIKLANACAK
Fotoğraflı sınav giriş belgeleri, 4 Haziran’dan itibaren elektronik ortamda okul müdürlükleri tarafından alınacak, mühürlenerek onaylandıktan sonra öğrencilere teslim edilecek.
Öğrencilerin sınava gelirken fotoğraflı onaylı giriş belgeleri ve geçerli kimlik belgelerini yanlarında bulundurmaları gerekecek.
SINAV SONUÇLARI, 11 TEMMUZ’DA AÇIKLANACAK
15 Haziran’da yapılacak sınavın birinci oturumu saat 09.30’da başlayacak.
Bu oturumda öğrencilere Türkçe, T.C. inkılap tarihi ve Atatürkçülük, din kültürü ve ahlak bilgisi ile yabancı dil derslerinden 50 soru sorulacak, 75 dakika süre verilecek.
Saat 11.30’da başlayacak ikinci oturumda ise öğrencilere matematik ve fen bilimleri derslerinden toplam 40 soru sorulacak ve 80 dakika süre verilecek.
Sözel ve sayısal alanlardaki her bir alt test için doğru ve yanlış cevap sayıları belirlenecek. Her bir öğrencinin her bir alt testine ait ham puanı, ilgili teste ait doğru cevap sayısından yanlış cevap sayısının üçte biri çıkarılarak hesaplanacak.
Sınav sonuçları, 11 Temmuz’da “www.meb.gov.tr” adresinde ilan edilecek. Sınav sonuç belgeleri posta yoluyla gönderilmeyecek.
Tercih işlemleri, 14-24 Temmuz’da yapılacak. Yerleştirme sonuçları ve boş kontenjanlar 4 Ağustos’ta ilan edilecek. Yerleştirmeye esas 1 ve 2. nakil tercih başvuruları ve sonuçları, 4-14 Ağustos’ta gerçekleştirilecek. (AA)
LGS başvuruları başladı! Son gün 16 Nisan yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
ABD-Rusya görüşmeleri başladı! Batılı şirketler geri dönecek mi?
Ukrayna savaşıyla birlikte son üç yılda 28 binden fazla yaptırımın uygulandığı Rusya, aynı zamanda yüzlerce Batılı şirketin de ülkeden ayrılmasıyla dönüşüm sürecine girdi.
H&M, Coca Cola, McDonald’s ve Starbucks gibi dünyaca ünlü şirketler Rus pazarını terk ederken, IKEA, Renault ve Mercedes gibi şirketler de fabrikalarını ve üretim tesislerini kapattı.
Rusya’nın “dost olmayan ülkeler” şeklinde tanımladığı Batılı ülkelerden şirketlerin yüzde 62’sinin ülkeyi terk ettiği tahmin edilirken, söz konusu şirketler varlıklarını Rus firmalarına sattı veya yönetimi Ruslara devretti.
Son olarak Volkswagen’in Rusya’nın Kaluga şehrindeki eski fabrikasında ismi belirtilmeyen bir otomobilin seri üretimi başlarken, daha önce de Mercedes, Renault ve Nissan’ın varlıkları Rus hükümetine devredilmişti.
Starbucks ve McDonald’s gibi meşhur zincirler de “Stars Coffee” ve “Vkusno-i Tochka” (Lezzetli-Nokta) gibi isimlerle hizmet vermeye devam ediyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın tekrar göreve gelmesi ve Rusya ile ABD arasında başlayan görüşmeler Rus ekonomisine yönelik olası gelişmeleri gündeme getirirken, yaptırımların gevşetilmesi ve Batılı şirketlerin dönmesine yönelik süreç de başladı.
ABD İŞ DÜNYASI İLE GÖRÜŞMELER BAŞLADI
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 18 Mart’ta Rusya Ticaret ve Sanayi Odası Genel Kurulu’na katılarak yaptığı değerlendirmede, Batılı şirketlerin Rusya’yı terk ederken varlıklarını “ciddi indirimle” satmak zorunda kaldıklarını anımsattı.
Söz konusu şirketlere kapılarının açık olduğunu vurgulayan Putin, ancak Rus pazarına dönerken varlıklarını aynı fiyatlardan geri alamayacaklarını söyledi.
Rusya’dan ayrılan bazı önemli sektörlerin Rus şirketleri tarafından doldurulduğunu da kaydeden Putin, Rus hükümetine, Rusya’ya dönmek isteyen Batılı şirketlerin izlemesi gereken süreçle ilgili çalışma yapma talimatı verdi.
Öte yandan, Rusya Sanayici ve Girişimciler Birliği (RSPP) Başkanı Aleksandr Şohin ile ABD Ticaret Odasının Rusya Başkanı Robert Agee bir görüşme gerçekleştirdi.
Taraflar, Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Rusya ve ABD iş dünyası arasında duyurulan ilk resmi görüşmede yaptırımların ele alındığını bildirdi.
BATILI ŞİRKETLERİN DÖNÜŞÜNE İLİŞKİN GELİŞMELER YAŞANIYOR
Rus basınında Renault firmasının dönüş yapabilecek şirketler arasında yer almasının beklendiğine yönelik iddialar yer alırken, Rus otomobil üreticisi AvtoVAZ’ın Başkanı Maksim Sokolov, şirketteki payını satarak çıkan Renault’un tekrar dönmek istemesi halinde en az 112,5 milyar ruble (yaklaşık 1,3 milyar dolar) ödeme yapması gerekeceğini söyledi.
Enerji alanında özellikle ABD’li şirketlerin Rus pazarına dönme ihtimali de gündeme gelirken, Kuzey Akım 2 gibi büyük altyapı projelerinin de iki ülke arasında ısınan ilişkiler kapsamında tekrar faaliyete geçebileceğine yönelik iddialar Batı basınında yer alıyor.
Uluslararası basında enerjide özellikle petrol taciri şirketlerin Rusya’ya ilk dönüş yapması beklenen firmalar olduğu da sıklıkla vurgulanıyor.
Öte yandan, Güney Kore’den The Korea Times da LG, Hyundai ve Samsung gibi şirketlerin de Rusya’ya dönüş yapmak için hazırlık yaptığını haberleştirdi. Haberde, Güney Koreli şirketlerin yerini Çinli rakiplerin aldığı bu nedenle söz konusu şirketlerin pazara dönüşünün kolay olmayacağı da ifade edildi.
Rusya’da uluslararası ticareti en çok etkileyen unsurların başında gelen SWIFT konusu da ayrı bir önem taşırken, Rus yetkililer bu yönde bir adımın henüz beklenmediğine işaret ediyor.
Rusya’nın en büyük ikinci bankası VTB’nin Başkan Yardımcısı Dmitriy Pyanov, Rus bankalarına yönelik SWIFT yaptırımlarının Avrupa Birliği’ne (AB) bağlı olduğunu ve bankanın planları arasında bu gelişmenin bulunmadığını söyledi.
AB Komisyonu Sözcüsü Anitta Hipper de yaptırımların hafifletilmesi veya kaldırılması için Rusya’nın saldırıları sonlandırması ve askeri güçlerinin tamamını Ukrayna’nın bütün topraklarından geri çekmesi gerektiğini söyledi.
BATILI ŞİRKETLERİN TEMKİNLİ YAKLAŞMASI BEKLENİYOR
Analistler, bazı şirketlerin dönüş sinyali vermesine rağmen Batılı şirketlerin Rusya’ya dönüş için temkinli bir yaklaşım sergileyecekleri görüşünde birleşiyor.
Rusya’ya yönelik jeopolitik risklerin yanı sıra, ülkedeki yüksek enflasyon, kur oynaklığı ve yüksek politika faizi gibi unsurların da söz konusu dönüş kararlarını etkileyebileceğine işaret ediliyor.
Rusya Merkez Bankası politika faiz oranını son olarak Ekim 2024’te yüzde 21 ile rekor düzeye çıkartmıştı.
Rus hükümeti şubat itibarıyla yıllık bazda yüzde 10 seviyesinde gerçekleşen enflasyonu düşürmek için ekonomiyi soğutmaya yönelik adımlar atıyor. (AA)
ABD-Rusya görüşmeleri başladı! Batılı şirketler geri dönecek mi? yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.
Cengiz Çandar's Blog
- Cengiz Çandar's profile
- 6 followers

